10 Mayıs 2014 Bu içerik 4.451 kez okundu.

Hz. Süleyman, Kur’an-ı Kerîm’de ismi 16 yerde zikredilen ve bir çok hadiste kıssası anlatılan peygamberdir. Hz. Süleyman, Hz. Davud’un oğlu olup nesebi şöyledir: Süleyman b. Dâvud b. İşâ b. Uveyd’tir.[1] Ayetlerde bildirildiği üzere O babası Davud’un mirasçısı oldu.[2] Rivayete göre Hz. Süleyman beyaz tenli, iri gövdeli, nur yüzlü bir zat olup tüy ve kılları çoktu.[3]
Hz. Süleyman 13 yaşında iken,[4] Allah (cc) O’nu İsrail Oğullarına hem peygamber hem de hükümdar olarak görevlendirdi. O’nun saltanatı güçlü ve ülkesi büyüktü. Allah (cc) hiçbir kimseye vermediği ihtişam ve saltanatı ona verdi. Çünkü o Allah’a dua ederek böyle büyük ve sarsılmaz bir hükümdarlık istedi. O’nun duası ve O’na verilen nimetler Kur’an’da şöyle bildirilir: “Süleyman: 'Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, daima bağışta bulunansın ' dedi. Bunun üzerine Biz de, (ona;) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. 'İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut hesapsızdır' dedik.”[5] Yahudilere göre ise O peygamber değil “Hakim” yani hükümdardır.
Hz. Süleyman üstün zekası gibi doğru hüküm verme konusunda da maharetliydi. Nitekim O, halktan birkaç kişinin başına gelen bir olayda babası Hz. Davud’dan faklı bir şekilde fetva verdi. O’nun görüşünün daha isabetli olduğunu Kur’an-ı Kerîm şöyle ifade eder:“Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekin (tarlasının) içine dağılıp (ekine) zarar vermişti. Biz, onların (bu konuda verdikleri) hükmü görüp bilmekte idik. (Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman'a Biz bildirdik. Çünkü Biz, Davud'a ve Süleyman'a, hüküm (peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik.”[6] Ayetten anlaşıldığı üzere ikisi de ilim sahibi olduğu ancak Hz. Süleyman’ın hüküm verme konusunda donatıldığı görülmektedir.
Hz. Süleyman’ın doğru ve isabetli hüküm verdiğine dair Hz. Peygamber’den şöyle bir rivayet daha nakledilmektedir: “İki kadın vardı. Bunların iki de oğlu vardı. Bir kurt gelerek birinin oğlunu götürdü. Büyük olan kadın, küçük olana: 'Kurt senin çocuğunu götürdü' dedi. Küçük olan kadın ise: 'Hayır, senin oğlunu götürdü' dedi. Aralarında anlaşamayınca, Hz. Davud peygambere başvurdular. Davud Peygamber, çocuğun büyük kadına ait olduğuna karar verdi. Bunun üzerine bu iki kadın, (daha iyi bir sonuç almak için) Süleyman peygamberin yanına gittiler. Süleyman Peygamber (onların davalarını dinledikten sonra): 'Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim' dedi. Küçük olan kadın: 'Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun' dedi.Bunun üzerine Süleyman Peygamber, çocuğu, küçük kadına verdi.”[7] Ancak bu hadiselere Hz. Davud adil değildi gibi bir hükme varmak, bir peygamber’e hakaret etmektir. Hz. Davud sonuçta bir peygamberdi ve ilim sahibiydi. Hüküm verme vasfı ise oğlu Süleyman’a kendisine nazaran daha kuvvetli bir şekilde verilmişti. Hz. Davud bir peygamber olarak adildi ancak olayın iç yüzünü bilme ve bildirilme konusunda oğlu Süleyman’a ayrı bir haslet bahşedilmişti.
Hz. Süleyman’ın bazı Hasletleri:
1- Kuş dilini bilmesi: Allah (cc) tarafından Hz. Süleyman’a verilen mucizelerden birisi de Özelde bir çok hayvanın , genelde ise kuşların dilini anlama ve onlarla konuşma kabiliyetidir. O’nun kuşlarla konuştuğuna ve onları anladığına dair Kur’an’da şöyle bir delil bulunmaktadır:“Ey insanlar bize kuşların dili öğretildi. Bize her şeyden verildi..”[8] Hz. Süleyman’ın hayvanlarla iletişim halinde olduğu bilinmekle birlikte detayları hakkında sahih bilgilere vakıf değiliz. Bir çok müfessir hayvanların bazı hareket ve ötüşlerini kendi anlayışlarına göre manalandırıp bunu da Hz. Süleyman’a isnad etmektedirler.
2- Eşleri ve Mal varlığı: Hz. Süleyman’ın bir rivayete göre 700 bir rivayete göre ise 300 hanımı olduğu hatta bu hanımların cinsel haklarını eda için 100 erkeğe verilen şehvetin kendisinde toplandığı belirtilir.[9] Ancak bunlar bir peygamberi güçlü ve azametli göstermek adına ortaya atılan yorumlardan başka bir şey değildir.
Sâd suresinde Allah (cc) onun atlarından şöyle bahseder: “Hani ona akşama yakın, bir ayağını tırnağı üstüne diken, öbür üç ayağıyla toprağı kazıyan, yağız atlar sunulmuştu. O da demişti ki: "Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim." Sonunda bu atlar (koştular ve toz) perdesinin arkasına saklandılar." Ayetten anlaşıldığı üzere Hz. Süleyman safkan atlara sahipti. Ancak bu atların sayısı ne kadardı kaç yaşın dalardı? gibi teferruatlar bulunmaktadır. Buna rağmen bu atların sayısı hakkında bir çok görüş öne sürülmüştür.
3- Rüzgarın emrine verilmesi: Rüzgarın Hz. Süleyman’ın emrine verildiği ayette şöyle bildirilir:“Bereketli kıldığımız yere doğru Süleyman’ın emriyle esen rüzgarı, O’nun buyruğuna verdik.”[10] Söylentilere göre Hz. Süleyman’ın ahşaptan tahtı vardı ve yolculuk yapacağı zaman beraberindekilere bu tahta alıp rüzgara yön verirdi. Ancak bu tahtın özellikleri nasıldı, kaç kişi ve kaç eşya alırdı? gibi sorulara verilecek sahih bir cevap olmamakla birlikte bu konuda pek çok İsrailî haber mevcuttur.
4- Bakır madeninin emrine verilmesi: Ayet-i Kerimede “Aynü’l-Katr”ı ona sel gibi akıttık”[11]buyrulur. Bütün müfessirler Aynü’l-Katr’in erimiş bakır madeni olduğu noktasında görüş birliği içerisindedirler.[12] Allah (cc) Hz. Süleyman’a ordusunun silah ihtiyacını karşılaması için ve günlük hayatta kullanılan eşyaların temini için erimiş bakır madenini bahşetmiş olmalıdır. Ancak bakırın nasıl aktığı, nereden ve ne kadar aktığı konusunda her hangi bir bilgi bulunmamaktadır.
5- Timsaller ve dalgıçlar: Timsal bir şeyin aynısının yapılması demektir. Canlı veya ansız bir eşyanın benzerini resmetmeye timsal denilir. Anlaşılan o ki Allah (cc) daha önce bahşettiği bakır madenine şekil vermesi için zanaat yeteneğini de beraberinde bahşetmiş olmalı. Dalgıçlar ise deniz altındaki süs eşyalarını bulup getirme konusunda Hz. Süleyman’ın emrine verilmiş olsa gerek.
Belkıs ve Hz. Süleyman Arasında Geçenler:
Kur’an-ı Kerîm’de, fazla detaya girmeden, anlatılan kıssalardan birisi de Hz. Süleyman ve Seba kraliçesi Belkıs arasındaki kıssasıdır. Belkıs Seba diye isimlendirilen yerin melikesi (kraliçesi)dir.[13] Belkıs’ın anne ve baba nesebi hakkında farklı görüşler zikredilmekte hatta bazı kaynaklarda annesinin peri kızı olduğu bildirilmekte bu görüşü de desteklemek adına bir Hz. Peygambere çok rivayet isnad edilmektedir.[14]
Belkıs’ı yüceltmek ve onu nuranileştirmek adına annesi hakkında ortaya atılan rivayetlerden biri şöyledir: Bir gün Belkıs'ın babası Amr b. Umeyr ava gitmişti. Biri siyah, diğeri beyaz kavga eden iki yılan gördü. Siyah yılan beyaz yılana üstün gelmişti. O da siyah yılanın öldürülmesini emretti; beyaz yılanı alıp üzerine su döktü, hemen sonra beyaz yılan ayıldı. Onu serbest bıraktıktan sonra evine döndü ve tek başına otururken yanı başında güzel bir genç hasıl oldu. Amr ondan çok korkmuştu. Bunun üzerine o Anır'a : “Sakın korkma, ben senin kurtarıp serbest bıraktığın yılanım. Öldürdüğün siyah yılan ise bizim uşağımızdı. Bize karşı koydu ve ailemden birkaç kişiyi de öldürdü.” dedi. Sonra Amr b. Umeyr'e mal vermek ve tıp ilmini öğretmek istedi. Fakat o : “Benim mala ve servete ihtiyacım yok, tıp ilmi ise krala yakışmaz. Eğer bir kızın varsa onu bana ver.” dedi. O da kızım, yaptıklarına karışmamak, karıştığı takdirde kendisinden ayrılmak şartıyla ona nikahladı. Amr b. Umeyr onun bu teklifini kabul etti. Nihayet kadın ondan hamile kaldı ve bir oğlan çocuğu doğurdu, sonra bu çocuğu ateşe attı. Amr b. Umeyr buna üzülmekle beraber, kabul ettiği şarttan dolayı sesini çıkarmadı. Sonra kadın bir daha hamile kaldı; bu sefer bir kız çocuğu doğurdu, onu da bir dişi köpeğin önüne attı. Köpek ise onu alıp gitti. Bu da onun çok ağırına gitti; fakat kabul ettiği şart dolayısıyla yine sesini çıkarmadı. Daha sonra Amr b. Umeyr'e karşı çıkarak adamlarından birisi baş kaldırmış, o da askerlerini toplayıp onunla savaşmak üzere yola çıkmıştı. Bu sırada hanımı da yanında bulunuyordu. Nihayet onlar bir ovaya gelip burasını ortaladıklarında Amr b. Umeyr yanlarında bulunan azıklarının tümünün toprağa karıştırıldığını ve suların da kırba ve kaplarından boşaltıldıklarını gördü. Artık onlar kesinlikle helak olacaklarım ve bunu kadının emriyle cinlerin yaptığını anladılar. Nihayet Amr b. Umeyr buna dayanamadı ve karısının yanına gelerek oturdu, sonra yere işaret edip : “Ey yer, oğlumu yaktın, sabrettim. Kızımı dişi bir köpeğe yedirdin, sabrettim. Şimdi ise bizi, azığımızı ve suyumuzu yok etmek gibi bir facia ile karşı karşıya bırakıyorsun. Nerdeyse mahvolacağız.” dedi. Bunun üzerine kadın : “Eğer sabretmiş olsaydın senin için daha iyi olurdu. Şimdi sana işin içyüzünü anlatayım : Senin düşmanın vezirini aldatıp onun vasıtasıyla, seni ve askerlerini öldürmek için azığınıza ve su-yunuza zehir kattırdı. Vezirine emret de geriye kalan azıktan yesin ve sudan içsin.” dedi. Amr b. Umeyr, vezirine yiyip içmesini emretti; fakat o buna yaklaşmadı. Bunun üzerine vezirini öldürdü. Sonra kadın onlara yakında bulunan suyu ve saklanmış erzakı gösterdi ve ona : “Oğluna gelince : Ben onu büyütüp terbiye etmesi için bir dadıya verdim, fakat o öldü. Kızın ise hayattadır.” dedi. İşte hemen o anda bir kızcağız yerden çıkıverdi. Bu kızcağız ise Belkîs idi. Bundan sonra Amr b. Umeyr'den kadın ayrıldı, kendisi ise düşmanının üzerine yürüyüp onlara karşı zafer kazandı.[15]
Hz. Süleyman’ın Belkıs ile tanışmasına gelince; Hz. Süleyman hayvanlarla konuşma kabiliyetinden dolayı onlardan istifade ederdi. Bu hayvanlardan birisi de halk arasında “ibibik ve çavuş kuşu” diye bilinen hüdhüd kuşu idi.[16] Hüdhüdün görevi ise yer altında var olan suların yerini bildirmekti. Hz. Süleyman bir savaş esnasında : “Hüdhüdü niçin göremiyorum? Yoksa gaiplerden mi?[17] Ona çetin bir şekilde azab edeceğim, ya da onu keseceğim, yahut da bana (mazeretini belirten) açık bir delil getirir.” dedi. Müfessirler Süleyman’ın vereceği ceza hakkında bir çok yorum getirmişlerdir. Ancak Hz. Süleyman niyetini açıkça bildirmediği için vereceği cezanın ne olduğunu bilmek imkansızdır. Bazı müfessirler “Ona işkence edecekti, kanatlarını yolacaktı.Katran içine bırakıp çıkardıktan sonra güneşin karşısına koyacaktı.” gibi şiddet içerikli ibareler kullanırlar. Bir peygamber’in suçlu da olsa hayvana kötü davranmayacağı akıllardan kaçmış olmalı. Bu sırada Belkıs’ın sarayına uğrayan Hüdhüd kuşu geri dönüp Hz. Süleyman’a : “Ben senin bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Seba’dan haber getirdim. Seba halkını bir kadının yönettiğini gördüm. Kendisine her türlü imkan verilmiş. Güçlü bir hükümdarlığı ve süslü bir tahtı var. Ne varki halkı Allah’ı bırakıp güneşe tapmışlar….”[18] dedi. Bir çok kaynakta Belkıs’ın sarayının ihtişamını belirtmek adına sarayın pek çok özelliği zikredilir. Onun sarayın diğer saraylar gibi ihtişamlı olmakla olabileceği akıllara gelmekle birlikte özellikleri hakkında hiç bir sağlam delil yoktur. Pencere sayısı veya sütunları ile ilgili haberler İsrailî haberlerdir. Hüdhüd’ün bildirmesi üzerine Hz. Süleyman: “Bakalım. Doğrumu söylüyorsun yoksa yalancının teki misin? Anlayacağız. Sen şimdi bu mektubu götür, yanlarına bırak, sonra oradan uzaklaş. Bakalım ne diyecekler.” dedi. Mektubu alan kraliçe: “Değerli danışmanlarım bana önemli bir mektup gönderildi.” dedi. “Mektup Süleyman’dandır. ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla’ diye başlayıp, ‘bana karşı kibirlenmeyin ve teslimiyet gösterip yanıma gelin.’ diye devam etmektedir.” Diye Hz. Süleyman’ın mektubunu danışmanlarına bildirdi. Danışmanları: “Biz güçlü ve kuvvetliyiz, savaşçı bir milletiz. Ama yetki sizindir, değerlendirip münasip gördüğünüz emri verin.” dediler.[19] Belkıs bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra: “Hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman oranın düzenini alt üst ederler, halkın eşrafını da zelil ederler. Evet istilacılar hep böyle yaparlar.Bunun içindir ki ben elçilerimle hediye gönderip elçilerimin ne gibi bir cevap getireceklerini bekleyeceğim” dedi.[20] Belkıs’ın gönderdiği hediyeler ne idi? Kaynaklarda pek çok detay bildirilir. Ancak bu hediyelerin nevi ne idi belli değildir.
Belkıs’ın elçisi Hz. Süleyman’a ulaşıp hediyeleri takdim etmesi üzerine Hz. Süleyman: “Siz bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Oysaki Allah’ın bana verdiği nimetler sizin verdiklerinizden daha hayırlıdır. Ama siz mallarınızla böbürlenirsiniz.” diyerek amaçlarının Allah’ın varlığına ve birliğine davet etmek ve bu sayede O’nun rızasına nail olmak olduğunu bildirdi. Hz. Süleyman’ın mektubunun mahiyetini elçi vasıtasıyla anlayan Belkıs O’na intisab etmek üzere yola çıkacağını bildirdi. Kendilerine itaat etmek üzere Belkıs ve yakınlarının yola çıktığı öğrenen Hz. Süleyman danışmanlarına: “Değerli danışmanlarım onlar itaat için huzurumuza gelmeden kim onun tahtını bana getirebilir?” dedi. Cinlerden mağrur ve iddiacı ifrit: “Ben dedi. Sen makamından kalmadan onu sana getiririm. Buna gücüm yeter…” dedi. Ama yanındaki ilim ehli birisi: “ Ben size onu göz açıp kapanıncaya kadar getiririm.” der demez taht Hz. Süleyman’ın yanında belirdi. Kitap ehli bu kişi kimdi? Hızır (as)’dı, Cebrail (as)’dı gibi pek çok yorum yapılmakla birlikte kesin bir kanaat bulunmaktadır. Tahtı yanı başında gören Hz. Süleyman: “Şimdi tahtın şeklini değiştirin, bakalım kraliçe onu tanıyacak mı?” dedi. Kraliçe huzura gelince: “Senin tahtında böyle midir?” diye sorulunca: “Sanki O dur.” “Zaten bize önceden ilim gösterildi, biz teslimiyet gösterenlerden olduk.” dedi. İman’ı izar eden kraliçe saraya buyur edilince: “ Ya Rabbi! Ben senden başkasına ibadet etmekle kendime zulmetmişim, şimdi ise Süleyman ile birlikte alemlerin Rabbine teslim oluyorum.” dedi ve teslimiyetini tastik etti.[21]
Belkıs alemlerin Rabbı olan Allah (cc)’a iman ettikten sonra Hz. Süleyman ile evlenmiş miydi? Yoksa evlenmemiş miydi? Bu konuda evlenmiş diyenler olduğu gibi evlenmemiş diyenlerde mevcuttur. Ancak Kur’an’ın bildirmesine göre onun iman etmesinden sonra hayatı hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu konuda kesin hüküm vermemek en güzelidir.
Kaç yıl ömür sürdüğü kesin olarak bilinmeyen Hz. Süleyman’ın 700 yıl 6 ay hükümdarlık yaptığı bildirilmekle birlikte bu gerçeklere aykırı bir rakamdır.[22] Bazı kaynaklarda ise 52 yaşadı, hatta İbn İshak’a göre 40 yıl hükümdarlık yaptı.[23] Ölümü garip bir şekilde gerçekleşti. O’nun vefatını insanlar ve cinler sonradan anladırlar. Şöyle ki: Hz. Süleyman, kimi zaman bir yıl, iki yıl, kimi zaman bir ay, iki ay, bazen daha az, bazen daha çok olmak üzere ibadet etmek için Beytü'1-Mak-dis'e çekilirdi. Yiyeceğini, içeceğini de yanma alırdı. Vefat ettiği sefer de yanma yiyecek ve içeceğini almıştı. Hz. Süleyman değneğine yastanmış bir şekilde namaz kılarken eceli geldi ve vefat etti. Fakat ne şeytanlar, ne de cinler onun vefatından haberdar olmadılar. Ondan korkularından işlerine kesintisiz olarak devam ettiler. Bir kurt değneğini kemirdi, değneği kırılınca da o yere düştü. Böylece onlar Hz. Süleyman'ın öldüğünü öğrendiler. Bu arada halk da cinlerin gaybı bilmediklerini öğrenmiş oldular. Eğer cinler gaybı bilmiş olsalardı, horlayıcı azap içinde kalmazlardı. [24] Hz. Süleyman Beytü’l-Makdis’e defnedildi.
HATEM
[1] İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Çağrı yayınları, İstanbul, Çev. Mehmet KESKİN, II,34; Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları, 639.
[2][2] “Süleyman Davud’a mirasçı oldu….” (neml, 16) Burada mirasçı olmaktan kasıt mal mirasçılığı değil, saltanat ve peygamber mirasçılığıdır. Çünkü peygamberler miras bırakmazlar.
[3] Aydemir, İslamî Kaynaklara göre Peygamberler, Diyanet Vakfı Yayınları, 187
[4], İbnü’l Esîr, El Kâmil Fi’t-Tarih,Hikmet yayın evi, Ter. Komisyon, I, 203
[5] Sâd, 35-39
[6] Enbiya, 78-79
[7] Buhari, Enbiya 40; Müslim, Akdiye 20 (1720); Sâbunî, 639-642.
[8] Neml,16
[9] Aydemir, 188
[10] Enbiyâ, 81
[11] Sebe, 12
[12] Aydemir, 196
[13] Onun nasıl kraliçe olduğu hakkında pek çok rivayet bulunmaktadır. Bu hususta Bkz. İbnü’l-Esîr, I, 206
[14] Bu husus Bkz. Aydemir, 211
[15] İbnü’l Esîr, I, 205-206 Müellif İbnü’l Esîr bu ve benzeri rivayetleri sıralar ve: “Bunlar aslı olmayan hurafelerdir.” Diye de belirtir.
[16] Hz. Peygamber tarafından öldürülmesi yasaklanan kuş cinsidir. Bu hususta bkz. Ebu Davud, Edeb, 164 Kuşun adı hakkında da pek çok isimler zikredilmektedir: Yafur, Yağfur, Unufur… gibi ancak bunlar boş ve gereksiz uğraşlardır.
[17] Hz. Süleyman Hüdhüdün yokluğunu nasıl fark eti? Bu konuda pek çok görüş zikredilir. Ancak anlaşılan şu ki o an için Hüdhüd’e ihtiyaç hasıl oldu.
[18] Neml, 20-25
[19] Belkıs’ın ordususun güçlü olduğu vakii olmakla birlikte sayısı ve özellikleri hakkında bilgiler bulunmamaktadır. Müellif İbnü’l-Esîr’in de belirttiği gibi bazı cahil ve zayıf akıllılar bu hususta pek çok abartılı rakamlar zikretmiştir. Bu hususta Bkz. İbnü’l-Esîr, I, 206-207
[20] Neml, 26-35
[21] Neml, 36-44
[22] Aydemir, 221
[23] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 663-664.
[24] İbnü’l-Esîr, I, 214
Dünya Sultan Süleyman`a bile kalmamış Atasözünün açıklaması anlamı nedir Dünya Sultan Süleyman`a bile kalmamış Atasözünün Anlamı Dünya Sultan Süleyman`a bile kalmamış ne demektir Dünya Sultan Süleyman`a bile kalmamış Atasözünün anlamı aşağıdadır ; Peygamber Hz. Süleyman, aynı zamanda büyük ve zengin bir hükümdardı da. İnsan, cin, hayvan ve rüzgâr bile Allah`ın izniyle onun hükmüne tâbi idi. Ancak o bile bu eşsiz egemenliğine rağmen ölümden kurtulamadı, öbür dünyaya gitti. O hâlde ibret alınmalı, bu dünyaya tamah edip bel bağlanmamalıdır.
HZ. SÜLEYMAN (A.S) KISSASI
Rivayet olunur ki; Her türlü hayvanat, nebatat ,cin ve benzeri canlı mahlukatın dilini bilen Hz. Süleyman’a Cenab-ı Hak tarafından, kendisini ölümsüzleştirecek ab-ı Hayat (hayat suyu-bengi su) içebileceği bildirilir.Hz. Süleyman bu meseleyi istişare etmek ister.Çevresindeki insan, cin ve bilumum mahlukatı toplayarak meseleyi onlara açıklar.Söz alan her mahluk, ab-ı hayat içip ölümsüzlüğe erişmesinin iyi ve güzel taraflarından bahisle içmesini tavsiye etmişlerdir.
En sonunda karınca (bazı rivayetlerde kirpi- kirpi rivayeti daha kuvvetlidir) söz alır:
- Ey Süleyman , eğer ölümsüz olursan tüm sevdiklerinin ve dostlarının öldüklerini göreceksin.Onlardan ayrılmanın acısını hep yaşayacaksın.Sonra yeni dostlar edineceksin, onların da ölümerine şahit olup dostlarının acısını hissedeceksin.Bu kıyamete kadar sürüp gidecek.Bu kadar çok ve devamlı dost kaybetmenin acısına dayanabilirsen ab-ı hayat içip ölümsüzleşebilirsin,
der,
Bunun üzerine Sultan Süleyman ab-ı hayat içmekten vazgeçer ve bizim gibi fani olur gider.
Tabii bu kıssa gerçekmidir, değilmidir?
Bilmemem, amacım Kanuni'nin adaşının kıssasına telmih yaparak yazdığı dizelere dilim döndüğü klavyem erdiği ölçüde izahat getirmek.
Hz.Süleyman, Hz.Zülkarneyn ve Hz.Mehdi...
Üç Kutlu Şahsın Ahir Zamanı Aydınlatan Benzerlikleri
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn, Allah’ın sınırlarını titizlikle korumuş, İslam ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak için ciddi bir çaba sarf etmiş ve bu çabalarının dünyadaki karşılığını güçlü bir hakimiyetle almış olan iki mübarek şahıstır. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde yaşanan yeryüzü hakimiyetinin dışında bu iki dönemin bir ortak noktası daha bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde, bu dönemlerde yaşanan dünya hakimiyetiyle Hz. Mehdi döneminde yaşanacak olan hakimiyetin benzerlikler taşıyacağına dikkat çekilerek Müslümanlara büyük bir müjde verilmektedir.
Hz. Süleyman; Hz. Nuh’un soyundan gelen, kendisine Allah Katından hidayet ve yüksek ilim verilen mübarek bir peygamberdir. Allah, Hz. Süleyman’ı -aynı babası Hz. Davud gibi- İsrailoğulları’na peygamber olarak göndermiştir. Onu büyük bir saltanat, eşsiz bir zenginlik, cinler ve kuşlarla desteklemiş ve ona çok güçlü ordular ve üstün ilimler lütfetmiştir. Yaşadığı topraklarda hayatı boyunca adaletle hükmetmiş, yüksek yöneticilik ve hakimlik vasfı ile farklı toplulukları hizmetinde toplamıştır.
Yüce Allah, Hz. Süleyman’a olduğu gibi Hz. Zülkarneyn’e de “yeryüzünde sapasağlam bir iktidar” (Kehf Suresi, 84) vermiştir. Hz. Zülkarneyn de çok güçlü ve tüm dünyaya nam salmış bir devlete hükmetmiştir. Ayetlerden Hz. Zülkarneyn’in ülkesinde ekonomik sıkıntı, ayaklanma ve isyan gibi sorunların yaşanmadığı, iktidarının çok sağlam, akılcı ve güçlü olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemleri incelendiğinde ilk dikkat çeken ortak nokta, Allah’ın izniyle din ahlakının hakim olmasıdır. Ancak dünya hakimiyetinin dışında bu iki dönemin ortak bir noktası daha bulunmaktadır. Peygamber Efendimiz (sav)’in pek çok hadisinde Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde yaşanan hakimiyetle, Hz. Mehdi döneminde yaşanacak olan yeryüzü hakimiyetinin birbirine çok benzeyeceğine dikkat çekilmektedir:
Mehdi tıpkı Zülkarneyn ve Süleyman gibi dünyaya hükmedecektir. (El Kavlul Muhtasar Fi Alamatil Mehdiy-il Muntazar, s. 29)
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemini anlatan Kuran ayetleri bu bakış açısıyla incelendiğinde, her birinin ahir zamana ve Altınçağ’a yönelik çok önemli işaretler içerdikleri görülür. Nitekim ahir zamanda bilim ve teknoloji alanında yaşanacak olan gelişmeler, ekonomik ve sosyal hayattaki ilerlemeler Hz. Süleyman kıssasındaki pek çok açıklamayla çok büyük benzerlikler taşımaktadır. Ayetlerdeki bu anlatımlar ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisleri, iman edenlerin dünya üzerinde gelişen olayları daha geniş bir açıdan değerlendirmelerine vesile olan ve ufuklarını açan çok hikmetli açıklamalardır.
Ahir Zaman ve Altınçağ
Peygamber Efendimiz (sav)’den rivayet edilen hadislerde ahir zamanın ve Altınçağ’ın alametleri detaylı olarak haber verilmiştir. Günümüzde gerçekleşen olaylar bu alametler ile kıyaslandığında, ahir zamanın içinde yaşadığımız dönem olduğunu gösteren ve aynı zamanda Altınçağ’ın gelişini müjdeleyen pek çok işaret görülmektedir.
Ahir zamanın başlangıcı, hadislerde, fitnelerin çoğaldığı, savaş ve çatışmaların arttığı, dünya üzerinde çok büyük bir ahlaki yozlaşmanın baş gösterdiği ve din ahlakından uzaklaşıldığı bir kaos ortamı olarak tanımlanmıştır. Söz konusu dönemde, dünyanın dört bir yanında doğal felaketler olacak, fakirlik hiçbir dönemde olmadığı kadar artacak, suç oranlarında çok büyük bir tırmanma görülecek, cinayetler ve katliamlar birbirini takip edecektir. Ancak bu ahir zamanın sadece ilk aşamasıdır; ikinci aşamada Allah, Hz. Mehdi’yi vesile kılarak insanlığı bu kaos ortamından kurtaracaktır.
Elbette burada sayılan olaylar tarih boyunca birçok kez yaşanmıştır. İnsanlık tarihi boyunca pek çok savaş, doğal felaket ya da deprem gerçekleşmiştir. Ahlaki dejenerasyon her dönemde farklı toplumlarda görülmüş, fakirlik ve açlık dünyanın dört bir yanında asırlardır süregelmiştir. Ahir zaman alametlerini bu olaylardan ayıran fark ise bu alametlerin hepsinin belli bir zamanda ve aynı dönem içinde, birbiri ardına ve hadislerde belirtilen bazı özel şekillerde gerçekleşmesidir. Burada ayrıca müjdelenmelidir ki; Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde anlatılan bu büyük kaos sadece geçici bir dönem yaşanacak ve Altınçağ’ın başlangıcıyla bu çalkantılı dönem sona erecektir.
Altınçağ savaşların ve çatışmaların son bulduğu, insanlığa büyük belalar getiren dinsiz ideolojilerin tarihin karanlıklarına gömüldüğü ve dünyanın her yerinde bolluk ve bereketin görüldüğü, adaletin tam anlamıyla yaşandığı bir dönem olacaktır. İslam ahlakı tüm dünyaya yayılacak, insanlar akın akın din ahlakını yaşamaya yöneleceklerdir.
İslam ahlakının bu büyük hakimiyeti -daha önce de vurguladığımız gibi- Peygamber Efendimiz (sav)’in bazı hadislerinde Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn’in dünya hakimiyetlerine benzetilerek tarif edilmiştir. Büyük İslam alimi İmam Rabbani de ünlü eseri Mektubat’ta, Hz. Mehdi’nin Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn gibi dünyaya İslam ahlakını hakim edeceğini bildiren hadislere yer vermiştir. Bu hadis-i şeriflerden birinde şöyle denilmektedir:
Tüm olarak, yeryüzünün meliki dört tanedir. Onların ikisi müminlerden, ikisi de kafirlerdendir. Zülkarneyn ve Süleyman müminlerdendir. Nemrud ve Buhtunnasır ise kafirlerdendir. YERE BEŞİNCİ OLARAK EHL-İ BEYTİMDEN BİRİ SAHİP OLACAKTIR.
Yani Mehdi.
(Mektubat-i Rabbani, 2/251)
Peygamberimiz (sav)’in hadisinde de bildirildiğine göre, bugüne kadar Müslümanlardan İslam ahlakını hakim etmiş iki mübarek zat, Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman’dır. Allah'ın izniyle dünyaya hakim olacak üçüncü Müslüman ise hadis-i şerifte haber verilen Hz. Mehdi’dir. Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman’da görülen bu özellikler, aynı şekilde Hz. Mehdi’de de görülecektir.
Hz. Süleyman, Hz. Zülkarneyn ve Hz. Mehdi Dönemlerindeki Hikmetli Benzerlikler
- Mehdi’nin Dünya Hakimiyeti
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn İslam ahlakıyla tüm dünyaya hükmetmiş ve çok güçlü bir orduya sahip olmuşlardır. Onların dönemi bu yönüyle Altınçağ ile çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ da insanların akın akın Müslüman olacakları, inkarcı ideolojilerin yeryüzünden silineceği, din ahlakının Peygamberimiz (sav) dönemindeki şekliyle dünya çapında yaşanacağı bir dönemdir. Bazı hadislerde Altınçağ dönemindeki hakimiyet şu şekilde tarif edilmektedir:
(Mehdi) bütün dünyaya malik olacaktır.
(Kitab-ul Burhan fi-Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 10)
Mehdi doğu ile batı arasındaki her yeri fetheder.
(El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamat-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 56)
- Mehdi’nin Sahip Olduğu Özel İlim ve Hz. Süleyman’a ve Hz. Zülkarneyn’e Bağışlanan Büyük İlimler
Yüce Allah, Hz. Süleyman’a çeşitli ilimler lütfetmiştir. O, Allah’ın dilemesiyle cinlere ve şeytanlara hükmetmiş, kuşlarla konuşmuş, karıncaların kendi aralarındaki konuşmalarını duyabilmiş, rüzgar ve bakır madeni onun emrine verilmiştir. Bunların her biri Hz. Süleyman’ı diğer insanlardan ayıran mucizevi özelliklerdir.
Hz. Zülkarneyn için de Kuran’da, “İşte böyle, onun yanında “özü kapsayan bilgi olduğunu” (veya yanında olup-biten herşeyi) Biz (ilmimizle) büsbütün kuşatmıştık.” (Kehf Suresi, 91) şeklinde bildirilmektedir. Ayetten de anlaşıldığı üzere Hz. Zülkarneyn Allah’ın ilim verdiği kullardandır. Hz. Mehdi de aynı bu iki kutlu insan gibi çok özel ilimlere sahip olacaktır.
Taşköprülüzade Ahmet Efendi, Mevzuatu’l ulum isimli eserinde (11/246) Hz. Mehdi’nin cifr ilmine (Harflere verilen sayı değerleri ile geleceğe veya geçmişteki olaylara tarih düşürme veya isme dair işaretler çıkarma ilmi) vakıf olacağını kaydetmiştir. Bir diğer hadiste ise Hz. Mehdi hakkında şu bilgi verilmektedir:
O kimsenin bilemediği gizli bir duruma kılavuzlandığı için kendisine Mehdi denilmiştir.
(Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 77)
Hz. Mehdi’nin tıpkı Hz. Süleyman gibi hayvanların dilini bileceğini ve yine tıpkı Hz. Süleyman gibi insanların yanı sıra cinler üzerinde de hakimiyeti olacağı Muhyiddin Arabi'nin bir izahında şu şekilde yer alır:
O (Mehdi), doğrulanmış, kuş ve bütün hayvanların dillerini bilen biridir. Onun için adaleti, bütün insanlar ve cinlerce kabul edilecektir.
(Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 18
- Altınçağ’da Bilim ve Teknoloji Alanında Yaşanacak Gelişmeler
Kuran ayetlerinde bildirildiği üzere, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemlerinde bilim ve teknoloji alanında çok büyük ve o dönem için alışılmadık gelişmeler yaşanmıştır. Örneğin, Hz. Süleyman’ın erimiş bakır madenini kullanması (Sebe Suresi, 12), sarayının zemininin saydam cam olması (Neml Suresi, 44) ya da Hz. Zülkarneyn’in Ye’cüc ve Me’cüc’ün bozgunculuklarını önlemek için farklı bir teknoloji kullanarak iki dağ arasına set inşa etmesi (Kehf Suresi, 96), bu iki dönemde kullanılan yüksek teknoloji örneklerinden yalnızca birkaçıdır.
Altınçağ’ı tasvir eden hadisleri incelediğimizde de benzer bir durumla karşılaşılmaktadır.
Altınçağ’da bilim, teknoloji, iletişim ve tıp alanında çok büyük gelişmeler yaşanacaktır. Her yeni gelişme tüm insanlığın hizmetine verilecek ve bu şekilde dünyanın dört bir yanında yaşayan insanların hayatları kolaylaşacaktır. Hadislerde bu konudaki işaretlerden biri şu şekildedir:
... Kişi elindeki kamçıya konuşacak...
(Kıyamet Alametleri, Berzenci, s.152)
Bu hadisle günümüzün en yaygın iletişim aracı olan cep telefonuna işaret ediliyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Hadislerde Altınçağ’daki tek nolojik gelişmelere dair dikkat çekilen bir diğer önemli işaret ise şu şekildedir:
İnsanlar bir ölçek buğday ektiklerinde karşılığında yedi yüz ölçek bulacak, insan birkaç tohum atacak, 700 avuç hasat edecektir... Çok yağmur yağmasına rağmen bir damlası bile boşa gitmeyecek.
(Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 164)
Bu hadis ile teknolojinin bir ürünü olan makineler aracılığıyla yapılan modern tarıma dikkat çekiliyor olabilir. Bilindiği gibi eskiden tarlaların ekilmesi ve elde edilen ekinlerin toplanması son derece zor ve uzun süren bir çalışma gerektirirdi. Ancak teknolojide yaşanan ilerlemeler tarım alanında da çok büyük gelişmelere vesile olmuş, yeni üretilen çeşitli makineler gerek ekimi, gerekse hasatı çok kolaylaştırmıştır. Bunun yanı sıra tohum ıslahı çalışmaları üretimde çok büyük gelişmeler yaşanmasına vesile olmuştur. Teknoloji ilerledikçe de yeni yeni yöntemler geliştirilmekte ve alınan verim artmaktadır.
Allah'ın izniyle Hz. Mehdi döneminde bu alanda çok büyük ilerlemeler kaydedilecek, tarımla uğraşan insanların hayatlarında çok büyük kolaylıklar sağlanacaktır.
- Hayvan Sevgisine Önem Verilmesi
Kuran’da Hz. Süleyman’ın çok önem verdiği atları sevmek için özel bir vakit ayırdığı (Sad Suresi, 31-32) ve karıncaları dahi ezmeyecek üstün bir ahlakta olduğu bildirilerek kendisinin hayvanlara olan şefkatli ve sevgi dolu tutumuna dikkat çekilmektedir.
Altınçağ'da da hayvanlara olan sevgi teşvik edilecektir. Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde, bu dönemde, her türlü hayvanın rahatlıkla izlenebileceği, sevilebileceği ve üzerlerinde hakimiyetin oluşacağı haber verilmektedir. Bu konudaki hadislerden bazıları şöy ledir:
... kişi, koyun ve hayvanlarına haydi gidin otlayın diyecek, onlar gidecekler, ekinin ortasından geçtikleri halde bir başak bile ağızlarına almayacak, yılan ve akrepler kimseye eza etmeyecekler, yırtıcı hayvanlar kapıların önünde duracak da kimseye zararları dokunmayacak...
(Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 245)
Yılanlar çocuklarla, inekler aslanlarla geçinebilecek... (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s.64)
Altınçağ ile Hz. Süleyman dönemi arasındaki bir diğer dikkat çeken benzerlik de, hadislerde de görüldüğü üzere, hayvanlar üzerindeki hakimiyettir. Hz. Süleyman kuşlar başta olmak üzere çeşitli canlılar üzerinde nasıl hakimiyet kurduysa, Altınçağ döneminde de hayvanlar üzerinde, yırtıcı hayvanların dahi insanlara zarar vermesi engellenebilecek şekilde bir hakimiyet olacaktır.
Barış Yanlısı Olmaları ve Diplomasi Yolunu Tercih Etmeleri
Hz. Süleyman komşu ülkelerle olan ilişkilerinde hoşgörülü, affedici ve barış yanlısı bir tutum sergilemiştir. Sorunları diplomasi yoluyla çözmeyi tercih etmiş ve adil yöntemler izlemiştir. Hz. Süleyman yaşadığı dönemde çok üstün bir kültür oluşturmuş ve hakimiyetini de diplomasiyle, sanatla ve kültürle sağlamıştır.
Hz. Zülkarneyn ise çevresindeki halklar tarafından “yeryüzünde bozgunculuğu ve fitneyi önleyen kişi” olarak tanınmış, insanlara barış ve huzur getiren bir lider olmuştur. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn dönemleri bu yönüyle Altınçağ dönemiyle çok büyük benzerlikler göstermektedir.
Altınçağ’da da insanlar kendi istekleriyle Müslüman olacak, hiçbir savaşa gerek kalmadan İslam ahlakı tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu dönemi tasvir eden hadislerde şu şekilde belirtilir:
Zamanında ne bir kimse uykusundan uyandırılacak, ne de bir kimsenin burnu kanayacaktır.
(El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 42)
Mehdi, Peygamberin yolunda gidecek, uyuyan kişiyi uyandırmayacak, kan da akıtmayacaktır.
(Kıyamet Alametleri, Berzenci, s. 163)
Hadislerde belirtildiği gibi Hz. Mehdi tüm dünyaya İslam ahlakını barış yoluyla hakim edecek, savaş ve şiddetten kaçınacaktır. Hz. Mehdi’nin izleyeceği yol dünya çapında büyük bir kültürel atılım ile insanların İslam ahlakına yöneltilmesi olacaktır. O dönemde Allah’ın izniyle aşağıdaki ayetler tecelli edecektir:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi, 1-3)
Din Ahlakına Davet Konusunda Kararlı Olmaları ve Hızlı Davranmaları
Hz. Süleyman aldığı akılcı ve seri kararlar ile tüm müminler için çok hikmetli bir örnektir. Sebe Ülkesi’nin halkını iman etmeye davet etmek için yazdığı mektup (Neml Suresi, 29) onun tebliğ gücünü gösteren önemli bir delildir. Kuran’da mektubun içeriğiyle ilgili olarak şu bilgiler verilmiştir:
"Gerçek şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘Şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır)." (Neml Suresi, 30-31)
Hz. Süleyman’ın mektuptaki üslubu son derece açık ve etkileyicidir. Mektubun çok güçlü ve hüküm sahibi bir insandan geldiği özlü, kararlı ve kesin üslubundan da anlaşılmaktadır. Sebe Melikesi ve çevresindeki yöneticiler de mektuptan oldukça etkilenmişlerdir.
Bunun yanı sıra Hz. Süleyman’ın ilim sahibi bir kişinin aracılığıyla Sebe Melikesi’nin tahtını getirtmesi (Neml Suresi, 3 , hızlı karar alma konusuna verdiği önemi ortaya koymaktadır.
Hz. Zülkarneyn’in Yecüc ve Mecüc isimli kavmin bozgunculuğunu önlemek için kıyamete kadar yıkılamayacak, güçlü bir set inşa etmesi de (Kehf Suresi, 9 onun gücünün ve akılcılığının bir göstergesidir. Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn gibi, Hz. Mehdi de aklı ve ferasetiyle tanınacaktır.
Altınçağ'da insanlar Allah’ın izniyle akın akın İslam’a yönelecek, bunun için çok geniş kapsamlı ve seri çalışmalarda bulunulacaktır. Toplumlar birbiri ardına İslam ahlakını benimseyecek, inkarcı ideolojiler hızlı ve kalıcı girişimlerle dünya üzerinden kalkacak, her türlü zulüm sistemi tarihin karanlıklarına gömülecektir. Bu konu ile ilgili olarak büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi şunları belirtmektedir:
Allah ona (Mehdi’ye) o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini ikame edecek, İslam'ı ihya edecek, önemsenemez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, ölümünden sonra onu diriltecek... Asrında cahil, cimri ve korkak olan bir adam hemen alim, cömert ve cesur olacak... Dini, Resulullah (sav)’ın zamanında olduğu gibi aynen uygulayacak...
(Muhyiddin Arabi el-Endülüsu, Futuhat-ül Mekkiye, Bab 66, Kıyamet Alametleri, s. 186)
İmar İşlerine Büyük Önem Verilmesi
Hz. Süleyman’ın imar çalışmalarına verdiği öneme birçok ayette dikkat çekilmiştir. O, emri altında çalışan bina ustası cinleri ve şeytanları kullanarak kaleler, heykeller, çanaklar ve kazanlar yaptırmıştır. (Sad Suresi, 37; Sebe Suresi, 13) Onun görkemli sarayını her gören insan, -başta Sebe Melikesi olmak üzere- hayran kalmıştır. (Neml Suresi, 44) Hz. Zülkarneyn’in inşa ettiği setin yapımında ise, Allah’ın dilemesi dışında yıkılamayacak kadar güçlü bir teknik kullanılmıştır. (Kehf Suresi, 9
Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde, Altınçağ’da da imar işlerine çok büyük önem verileceğine dikkat çekilmektedir. Bu dönemde şehirlere huzur ve barışın yanı sıra, üstün bir medeniyet de gelecektir. Bu hadislerden biri şu şekildedir:
Mehdi Konstantiniyye ve diğer beldelerin imarına çalışır.
(El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 40)
Zenginliği ve İhtişamı, İslam’ın Menfaati ve Allah’ın Rızasını Kazanabilmek İçin Kullanmaları
Hz. Süleyman, sahip olduğu zenginlikleri Allah’ın bildirdiği İslam ahlakını dünya üzerinde yaymak için en güzel şekilde kullanmıştır. Fethettiği ülkelerde yaşayan insanları öncelikle Allah’a iman etmeye ve teslim olmaya davet etmiştir. Sebe Ülkesi’ne gönderdiği İslam’a davet mektubu bu konuda çok önemli bir delildir. Hz. Zülkarneyn de “... Rabbimin beni kendisinde sağlam bir iktidarla yerleşik kıldığı (güç, nimet ve imkan) daha hayırlıdır...” (Kehf Suresi, 95) ayetinden de anlaşıldığı gibi, Allah’ın nimetiyle sağlam bir iktidara sahiptir. O da bu büyük gücünü yeryüzünde bozgunculuğu engellemek için kullanmıştır.
Altınçağ'da da insanlar çok büyük bir zenginliğe, refaha ve huzura kavuşacaklardır. Hz. Mehdi yeryüzünün tüm zenginliğini din ahlakını dünyaya hakim kılmak için kullanacak, fethettiği ülkelerde güzel ahlakı ve barışı esas alacaktır. Onun eşi ve benzeri olmayan uygulamaları insanların İslam ahlakına karşı kalplerinin yumuşamasına vesile olacak ve İslam ahlakı çok kısa bir sürede tüm dünyaya hakim olacaktır. Bu konudaki hadislerden bazıları şu şekildedir:
Ümmetim arasında Mehdi çıkacak, Allah onu insanları zengin kılmak için gönderecektir. Ümmet nimetlenecek, hayvanlar bol bol yiyip içecek, arz nebatını (dünya ürünlerini) çıkaracak...
(Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 15)
... Biattan önce, insanlar grup grup ona akın edecekler ve oraya giden herkes ondan bereket kazanacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 25)
Altınçağ’da Yaşanacak Bolluk ve Bereket
Ayetlerden Hz. Süleyman döneminde çok büyük bir zenginlik yaşandığı ve insanların refah içinde bir yaşam sürdükleri anlaşılmaktadır. Hz. Süleyman’ın sarayı son derece görkemlidir, çok büyük orduları vardır ve dünyanın dört bir yanına hakim olmuştur.
Altınçağ da bolluk ve bereketiyle Hz. Süleyman dönemiyle çok büyük bir benzerlik gösterecektir. İnsanlara her istedikleri sayılmadan, bol bol verilecek, havadaki kuşlar dahi Hz. Mehdi’nin hilafetinden razı olacaktır. Peygamber Efendimiz (sav)’in Altınçağ’daki bolluk, bereket ve refah ortamını tasvir eden çok detaylı açıklamaları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
O zaman, yer ve gök ehli, bütün yabani hayvanlar, kuşlar, hatta denizdeki balıklar bile onun hilafetiyle sevineceklerdir. Onun devrinde, akan ırmaklar bile suyunu fazlalaştıracaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 31)
... Sema yağmurunu indirecek, yer bereketini çıkaracak, daha önce görülmemiş bir biçimde ümmetim onun zamanında rahata erecektir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 9)
Altınçağ Dönemindeki Adalet ve Hoşgörü
Kuran ayetlerinde, Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn’in hoşgörülü, affedici ve barış yanlısı bir tutum içinde oldukları bildirilmiştir. Hz. Zülkarneyn, karşılaştığı topluma karşı güzelliği ilke edinmiş ve toplumu kolay olana davet etmiştir. (Kehf Suresi, 8 Onlara karşı adaletle davranmış ve sorunları karşısında onlara çıkış yolları göstermiştir. Kendisinden yardım isteyen topluma, karşılığında hiçbir şey beklemeden yardım etmiştir. Şüphesiz bunlar, Yüce Rabbimiz’in emrettiği güzel ahlakı en güzel şekilde yaşamasının birer sonucudur.
Hz. Süleyman da hakimiyeti boyunca adaletle hükmetmiştir. Hz. Mehdi de ortaya çıktığında İslam ahlakını tıpkı Hz. Zülkarneyn ve Hz. Süleyman gibi kültürel faaliyetlerle hakim kılacak, diplomasiyi kullanacak, sanat ve estetiğe önem verecek, adaleti ve dürüstlüğüyle tüm insanların sevgisini kazanacak ve barış dolu bir dünya oluşturacaktır. Dünya zenginlikleri insanlar arasında eşit bir şekilde dağıtılacak, yeryüzünden fakirlik ve yokluk kalkacaktır. Bu konu ile ilgili bazı hadisler şu şekildedir:
Zulüm ve fıskla dolu olan dünya, o geldikten sonra adaletle dolup taşacaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 20)
O (Mehdi) arza sahip olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. Sizden ona kim yetişirse, kar üzerinde sürünerek dahi olsa gelsin, ona katılsın. Zira o Mehdi’dir. (Kitab-ül Burhan fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 14)
Ebu Said Hudri Resulullah’tan rivayet ediyor:
“Mehdi’nin izleyicileri ona sığınırlar, bal arılarının kraliçe arıya sığındıkları gibi (onun yanında güven ve huzur bulurlar), o yeryüzünü adalet ve dürüstlükle dolduracaktır.” (El Kavlu’l Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, s. 30)
Müslümanlar İçin Ahir Zamana Yönelik Müjdeler
Hz. Süleyman’ın ve Hz. Zülkarneyn’in yaşadıkları dönemlerde gerçekleşmiş olan dünya hakimiyeti tüm Müslümanlar için çok büyük bir müjdedir. Çünkü yazı boyunca vurgulandığı üzere, bu kıssalarda ahir zamana yönelik önemli işaretler bulunmaktadır.
Allah’ın sınırlarını titizlikle koruyan, İslam ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak için ciddi bir çaba sarf eden ve hiçbir zorluk karşısında yılgınlık göstermeyen Müslümanlar, tarihin her döneminde mutlaka üstün geleceklerdir. Allah’ın yardımı ve desteği mutlaka onların yanında olacaktır.
Hz. Süleyman ve Hz. Zülkarneyn yukarıda sayılan özelliklerinin dünyadaki karşılığını güçlü bir hakimiyetle (ve elbette Allah’ın diğer pek çok manevi lütfu ile) almışlardır. Ahir zamanda aynı hakimiyet, Hz. Mehdi vesilesiyle mutlaka gerçekleşecektir. Hz. Mehdi, Peygamberimiz (sav)’in de haber verdiği gibi tüm hizmetlerini yerine getirecek ve Allah’ın izniyle Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacaktır. Bu, Allah’ın iman edenlere bir vaadidir:
“Elçilerini hidayet ve hak din üzere gönderen O’dur. Öyle ki onu (hak din olan İslam’ı) bütün dinlere karşı üstün kılacaktır; müşrikler hoş görmese bile.” (Saff Suresi, 9)
Hz. Süleyman ile Belkıs'ın Hikayesi
Ali b. İbrahim şöyle rivayet ediyor: Hz. Süleyman as tahtına oturduğunda, Yüce Allahın emrine verdiği tüm kuşlar orada hazır bulundu, havalanıp kanatlarını gererek, orada bulunanların üzerine gölgelik ediyorlardı. Bir gün Hz Süleyman as tahtında otururken, dizlerinin üzerine güneş düştü. Havadaki kuşlardan birinin yerinde olmadığını anladı. Kafasını kaldırıp yukarı baktığında hüdhüd’ün yerinde olmadığını gördü. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:
‘’ Kuşları araştırdı da ne oldu dedi, hüdhüdü görmüyorum, yoksa bir yere mi gidip gizlendi. Ona şiddetli bir surette azap edeceğim yahut onu kestireceğim yahut da bana, neden bulunmadığının sebebini açıklayan bir delil gösterir. Derken hüdhüd, çok geçmeden geldi de dedi ki: Senin henüz bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana doğru bir haberle Sebe’den geliyorum. Orada, onlara bir kadını hükümdar olduğunu gördüm ve kendisine her şey verilmiş ve bir de çok büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp güneşe secde eder buldum ve şeytan, yaptıklarını bezemiş de yoldan çıkarmış onları ve onlar, doğru yolu bulamıyorlar. Ve bunu da, göklerde ve yeryüzünde gizli olan şeyleri meydana çıkaran ve neyi gizliyorlar, neyi açığa vuruyorlarsa hepsini bilen Allah’a secde etmemek için yapıyorlar. Öyle bir Allah ki yoktur ondan başka tapacak ve pek büyük Arşın da sahibi. Süleyman bakayım dedi, doğru mu söyledin yoksa yalancılardan mısın? Git, şu mektubumu götür ver onlara, sonra biraz çekil onlardan, bak bakalım ne cevap verecekler? Sebe hükümdarı, ey ulular dedi, bana pek güzel bir mektup geldi. O, gerçekten de Süleyman’dan geliyor ve gerçekten de içinde şunlar yazılı: Rahman ve Rahim Allah adıyla. Bana karşı yücelik davasına girişmeyin ve teslim olarak gelin bana.’’Neml/20–31
Ali b. İbrahim şöyle rivayet ediyor: Hüdhüd, Hz Süleyman’a şöyle dedi: Ey Allahın elçisi, o kadın sultan çok azametli bir tahtın üzerinde oturuyor, ben onun yanına yaklaşamam. Hz Süleyman as da şöyle buyurdu: ‘Sen de mektubu götür onun kubbesinin üzerinden tahtına at.’’ Böylece hüdhüd mektubu alıp Seb’e vilayetine götürdü ve Belkıs’ın oturduğu sarayın kubbesinden Belkıs’ın üzerine attı. Belkıs mektubu alıp okudu. Okuyunca da çok korktu. Sonra kavminin ileri gelenlerini başına toplayıp onlara şöyle dedi:
‘’ Ey ulular dedi, şu işi ne yapacağım, bana bir rey verin, sizi çağırmadan kesin bir karar vermedim. Biz dediler; güçlü, kuvvetli ve şiddetli savaşır bir topluluğuz; fakat emir senin, ne yapacaksan sen düşün, yap.’’Neml/ 32–33
Şeyh Tusi (Allah ona rahmet eylesin)şöyle rivayet ediyor: Belkıs’ın ordusunun komutanlarının sayısı, üç yüz on iki kişiydi. Belkıs bunlar ile meşveret ediyordu. Bu üç yüz on iki komutanın he birinin emrinde de bin asker bulunuyordu. Belkıs padişah meşveret ederken bu komutanlara şöyle dedi:
‘’Dedi ki: Padişahlar, bir şehre girdiler mi, o şehri harap ederler ve halkının yücelerini aşağılık bir hale getirirler ve bunlar da böyle yapacaklar.’’Neml/34
Ali b. İbrahim Hz Cafer Sadık as’dan şöyle rivayet ediyor: Belkıs kavminin ileri gelenlerine şöyle söyledi:
Şayet bu mektubun sahibi bir padişah ise o bizi alt edemez. Zira biz çok güçlüyüz. Ayrıca şayet bizleri alt ederse bizlere çok zulümlerde bulunur. İleri gelenlerimizi öldürür, mal ve mülklerimizi de yağma eder. Fakat padişah değil de peygamber ise bizim gücümüz hiçbir zaman peygambere yetmez. O, bizi mutlaka yenilgiye uğratır. Fakat ileri gelenlerimizi öldürmez, mal ve mülklerimizi de yağma ettirmez. Şimdi ben onun padişah mı peygamber mi olduğunu anlamak için, ona bir kısım hediyeler göndereceğim. Şayet padişah ise hediyeleri kabul edecektir ve bizle savaşmaktan vazgeçecekir. Zira padişahlar dünya malına düşkün insanlardır. Şayet peygamber ise hediyeleri kabul etmeyecektir. Zira peygamberler dünya malına düşkün değillerdir. Hediyeleri kabul etmeyeceği gibi bizimle de savaşmaktan vazgeçmeyecektir, zira onlar Allah’ın emri ile savaşan kimselerdir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor:
‘’ Onlara bir armağan göndereyim de bakalım elçiler, dönüp ne cevap getirecekler.’’Neml/35
Belkıs bir heyet ile birlikte demir bir sandık gönderdi ve sandığın içerisine de bir kısım çok değerli mücevherler koydu. Sandığı götürecek heyete de: ‘’O padişaha söyleyin ki ne demir ne de ateş kullanmadan sandığı açsın.’’ Diye tembih etti. Heyet sandığı Hz Süleyman as’ın huzuruna koydular ve tembihlenen gibi açılmasını istediler. Hz Süleyman bir solucana ağzına bir iplik parçasını almasını ve sandığın kapağını açmasını emretti. Solucan da o iplik parçasıyla sandığın kapağını kese kese sonuna kadar açtı.
‘’ Elçiler, Süleyman’a gelince Süleyman, bana dedi, mal göndererek yardım mı ediyorsunuz. Allah’ın bana verdikleri, sizin getirdiklerinizden daha da hayırlı, fakat siz, armağanınızla sevinir, övünürsünüz. Dön, git onlara öyle bir ordu ile geleceğim ki karşı duramayacaklar ve oradan, hor hakir bir halde çıkaracağım onları, aşağılık bir hale gelecekler onlar.’’ Neml/ 36–37
Ali b. İbrahim şöyle rivayet ediyor: Belkıs’ın heyeti hediyelerini de alıp Belkıs’ın yanına döndüklerinde Hz Süleyman as’ın gücünü ve azametini anlattılar. Belkıs, Hz Süleyman’ın karşısında dayanamayacağını anladı ve onun kendisini huzuruna çağırmasına itaat ederek yola çıktı. Yüce Allah Hz Süleyman as’a Belkıs’ın kendisine doğru geldiğini ve çok yakınında olduğunu bildirence, Hz Süleyman emrinde bulunan cin ve şeytanlara, Belkıs gelmeden onun tahtını kimin getirebileceğin sordu. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
‘’ Ey ulular dedi, onlar, bana teslim olup gelmeden onun tahtını kim getirebilir bana. Cinlerden bir ifrit, sen yerinden kalkmadan dedi, ben onu sana getiririm ve şüphe yok ki ben, elbette güvenilecek bir kuvvete sahibim. Kitaba ait bir bilgiye sahip olansa ben dedi, gözünü yumup açmadan onu getiririm sana. Derken baktı ki taht yanında durmada, onu görünce bu dedi, Rabbimin lütfundan, ihsanından, şükür mü edeceğim, nankör mü olacağım, beni sınamak istiyor. Fakat şükreden, mutlaka kendisini faydalandırmış olur ve nankörlük edene gelince hiç şüphe yok ki Rabbim, kullarından müstağnidir, onlara karşı lütuf ve kerem sahibidir. Süleyman, tahtının şeklini değiştirin dedi, bakalım tanıyacak mı tanımayacak mı? Hükümdar gelince, tahtın bu muydu dendi, o da ona pek benziyor zaten daha önce de Süleyman’ın peygamberliğini bilmiş, anlamış ve teslim olmuştuk dedi. Allah’ı bırakıp da kulluk ettiği şeyler, onu yoldan çıkarmıştı; şüphe yok ki o, kâfirler topluluğundandı. Ona, saraya gir dendi. Billur döşemeyi görünce derin bir su sandı ve bacaklarını sıvadı. Süleyman, bu dedi, billur döşenmiş düz bir saha. Bunun üzerine o da Rabbim dedi, ben kendime zulmettim ve teslim oldum Süleyman’la beraber âlemlerin Rabbi Allah’a.’’ Neml/38–44
Ali b. İbrahim şöyle rivayet ediyor: Belkıs ve kavmi Müslümanlığı kabul ettikten sonra, Hz Süleyman as Belkıs ile evlendi. Belkıs ‘’ şehir’i cisriye’nin kızı idi. Hz Süleyman as şeytanlara Belkıs’ın bacaklarındaki tüylerin dökülmeleri için bir ilaç yapmalarını emretti. Şeytanlar da hamam otunu buldurlar. Belkıs o otu kullanarak bacaklarındaki tüyleri yok etti. Ayrıca yıkanması için hamamlar yaptılar. Böylece ilk olarak hamam ve hamam otu Belkıs için yapılmış oldu. Yine yeryüzünde ilk olarak değirmen de Hz Süleyman as zamanında kurulmuş oldu.
Hz Cafer sadık as’dan şöyle rivayet ediliyor: Yüce Allah’ın Hz Süleyman’a verdiği ilimlerden biri de, bütün dileri bilmesi idi. İnsanların dilerini bildiği gibi hayvan ve kuşların da dillerini biliyordu. Savaş anlarında Farsça konuşuyordu. Kendi saltanat tahtına oturduğunda, askerlerini ve memleketin işlerini düzene koyarken de Rumca konuşuyordu. Kendi eşleri ile yakınlıkta bulunduğunda ise Süryani ve Nepti diliyle konuşuyordu. Mihrabında ibadet ettiğinde de Yüce Rabbi ile Arap diliyle münacat ediyordu. Hüküm ve kazavet kürsüsüne oturduğunda, melik ve padişahlar ile mülakat ettiğinde de İbrani diliyle konuşuyordu.
KONU HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME:
Belkıs’ın tahtının bir göz açıp kapama gibi kısa bir zamanda Hz Süleyman as’ın yanına getirilmesi hakkında çok değişi rivayetler vardır. Bazı rivayetlere göre melekler tahtı havadan getirdiler. Bazı rivayetlere göre de rüzgâr getirdi. Kimilerine göre yüce Allah tahta bir sürat verdi ve tahtın kendisi süratle (hızla) geldi. Bazılarına göre yüce Allah o tahtı orada yok etti, onun benzerini Hz Süleyman’ın bulunduğu yerde ortaya çıkardı.
Hz Cafer sadık as ise bu konuda şöyle buyuruyor: Yüce Allah Hz Süleyman as’ın veziri ve kendisinden sonraki halifesi olan Asef’e ‘’İsmi A’zam’’dan bazı kelimeleri bildirmişti. Nitekim Kur’an’da da: ‘’Kendine ilahi kitaptan bir ilim bulunan biri dedi ki, ben gözünü kırpmadan önce onu sana getiririm.’’diye buyuruluyor. İşte Asef bildiği İsmi A’zam duasını okudu, Belkıs’ın tahtı derhal yerin altından gelip Hz Süleyman as’ın tahtının altında çıktı. Asef de hemen elini uzatıp Hz Süleyman’ın tahtının altından Belkıs’ın tahtını çekip çıkardı ve ’’ işte getirdim’’ diye söyledi. Yüce Allah bu işi Asef’e yaptırmayla, Hz Süleyman’a kendinden sonra halifenin Asef olacağını bildirmek istemesiydi.
Peygamberlerin Hayatı (Hasan Kanaatlı)
Cilt 2 sayfa 230–235
Kaynak Evrensel değerler yayıncılık
İllüminati 10 – Kral Süleyman’ın Hikayesi (The Story of The King Solomon)
“Bazı Kabalistlere göre, Kral Davut ve Kral Süleyman Kabalacı Majikal(büyü) Sanatlar ile harikalar yapabiliyorlardı. Pentagram (beş köşeli yıldız) Süleyman’ın Mührü ve Heksagram(Altı köşeli yıldız) Davut’un kalkanı olarak bilinirdi.”
Sefer Yetzirah, Westcott and Mathers, 1888
Hz. Süleyman, Tapınağın yapımında cinleri kullanıyordu, bu cinler Hiram Usta’nın emrinde çalışıyorlardı ve tapınağın duvarını örüyorlardı, yeteneklileri heykeller, süs eşyaları yapıyor bazıları ise denizin altından inciler çıkarıyorlardı. Tapınağı yapan duvar ustası cinlere Mason deniyordu. Günümüz masonluğunda ileri derece masonların bazı ileri seviye cinlerden emir aldıkları anlatılmaktadır. Acaba Hz. Süleyman döneminde insanlara hizmet eden Mason cinlerle, şu anki insanlar yer mi değiştirdi? Veya şu an cinler masonları kullanarak insanlardan intikam mı alıyorlar? İşte bu yazımızda bu konuyu irdelemeye çalışacağız.
Tarih boyunca Orta doğudaki semavi(tek tanrılı) dinlerin peygamberlerine baktığımızda büyük zorluklarla dini yaymaya çalıştıklarını görürüz. Seçilen peygamberlerin çoğu fakirdi ve halkın avam tabakasına hitap ediyorlardı. Güç ve iktidar sahibi olan zenginler ise onlara karşı çıkıyorlardı. İşte bu duruma istisna olarak bilinen tek peygamber Hz. Süleyman’dır.
(Hz. Süleyman’a ilahi bir güç bahşedilmişti)
Hz. Süleyman babası Davut’tan, krallığı devraldığında, sınırlar Fırat nehrinden, Sina çölüne kadar uzanıyordu. Hz. Süleyman’ın diğer peygamberlerden farklı olarak doğa üstü güçlere hakim olduğu biliniyordu. Neydi bu doğa üstü güçler, cinlere hakim olma, rüzgarı kullanma, hayvanları kullanma ve konuşabilme , görkemli binalar inşa etme vb. Süleyman Tapınağını duymayan yoktur, büyük bir mimari estetikle inşa edilmiş saray, o günlerde tebliğ amacı ile kullanılıyordu. Süleyman peygamber zamanında bölgede barış, huzur ve bolluk yaşanmıştır.
Her peygamberin karşılaştığı gibi Hz. Süleyman’da bazı zorluklarla karşılaştı. Bunlardan ilki onun büyü yolu ile bu güce eriştiği idi. İsrail oğulları her zaman olduğu gibi onun büyücü olduğuna dair söylentiler çıkarttılar. Bunun üzerine Süleyman’ın yaptığının büyü olmadığını ispatlamak amacı ile Babil’e Harut ve Marut adında iki melek indirildi, bunlar insanlara kara büyü öğretmeye başladılar. Fakat bu bilgileri öğretmeden önce insanları uyarıyorlardı. Harut ve Marut’un dünyaya indirilme sebebi muhtemelen Süleyman a.s verilen mucizelerle, büyünün farkını ortaya koymaktı. Daha sonra bu iki meleğin öğrettiği büyüler günümüzün modern masonluğunda ve Kabalasında da yerini alacaktı.
(Hz. Süleyman cinleri kendi emrinde çalıştırıyordu)
Süleyman peygamber’in bir süre iktidarı cinlere kaptırdığı da yine anlatılanlar arasındadır. Konu Tarih-i Taberi de söyle anlatılmaktadır;
Süleyman a.s’ın bir yüzüğü vardı. Bütün insanlar, cinler, yırtıcı hayvanlar, kuşlar ona boyun eğerlerdi. O mührün üstünde İsm-i Azam yazılmıştı. Süleyman a.s ne zaman ayak yoluna çıksa, o yüzüğü Cerrade adındaki hatuna verirdi. O en ulu karısıydı. Ona güveni vardı. Bir gündü: Yüzüğü yine ona vermişti. Kendisi su yoluna gitti. Devlerden bir Dev vardı. Kaya adında biri, o yüzüğü her zaman hile ile almak kastındaydı. Süleyman a.s ayak yoluna gittiğini görünce kendisini Süleyman a.s’ın şekline benzetti. O yüzüğü ulu hatundan aldı. Parmağına taktı. Ve Süleyman a.s’ın kürsüsüne geçti, oturdu. Bütün halk, devler, periler, kuşlar onu görünce, Süleyman Nebi sandılar. Süleyman a.s ayak yolundan çıktı. Karısı Carade’den yüzüğü istedi. Carade kadın:
-“Sen Devsin!” dedi. Süleyman a.s’ın bu sözle gönlü kırıldı, çok kızdı. Karılarının odalarına girmek istedi. Fakat kendisini hücrelere sokmadılar. Ona:
-“Sen Hz. Süleyman Nebimizin şekline giren bir devsin!” dediler. Her nereye gittiyse:
-“Süleyman a.s işte kendi tahtında oturuyor. Sen devden başka bir şey değilsin!” dediler. Süleyman a.s şaşkınlık içinde, başı dönmüş olarak sarayda çıktı. Anladı ki, Allhü Teala’dan kendisine bir bela erişmişti. Oradan tahtına geldi:
-“Ben Davut oğlu Süleyman’ım. Halkım benim kalbimi kırdı!” dedi ise de, onlar da:
-“Sen cini kavmindensin. Kendini Süleyman a.s şeklinde göstermektesin.” dediler. Bundan sonra Süleyman a.s sokaklara düştü, yürümeğe başladı. Halkın bütün inancı şuydu: Bu kişi bir cinidir, Süleyman Nebi değildir. O da kollarını açtı ve şöyle yakarmaya başladı:
-“Ya ilahi! Nebilerden çok kimseyi belalara uğrattın, Ama kendi rızkını kendisine haram kılmadın. İşte ben tevbe ettim ve günahımı biliyorum. Artık onun gibi bir günah işlemeyeceğim.”
Şimdi yolda yürürken yerde bir parça kuru ekmek buldu. Yemek istedi kuruluğundan yiyemedi. İlerleyip yürüdü deniz kıyısına geldi. O ekmeği ıslatıp yemek diledi. Elini ekmekle suya uzatmış ve suya sokmuştu ki ansızın bir dalga geldi. Ekmeği elinden aldı götürdü. Yine yakarmaya başladı:
-“Ya İlahi rızık veren sensin. Kaç gündür ki aç açına dolaşıyorum. Bir parça kuru ekmek elime geçmiş oldu, onu da deniz dalgası aldı!” dedi. Yeniden yürümeye başladı. İleride bir insan kalabalığı gördü. Balık avlamaktaydılar. Yürüdü, onların yanına vardı. O avcılardan balık diledi. Balıkçılar ona bir şey vermediler ve onu yanlarından kovdular. Süleyman a.s onlara:
-“ Ey Kavm! Allah inandırsın ki ben Süleyman’ım. Ama bir günah işledim. O günahtan ötürü bu belaya uğradım!” dedi. Bu kavim ona inanmayıp gülüştü. Bu kişilerden biri bu kişinin:
-“Ben Süleyman’ım!” demesine kızıp onu azarladı. Bu azar Süleyman a.s’a çok ağır geldi. O kadar ağladı ki bu kişiler onun ağlamasına acıdılar. Ona her gün iki balık verdiler. Süleyman a.s o balıkları alır, şehre gelirdi. Birisini ekmek almak için verirdi, birisini de kendisi yerdi. Kırk gün ve kırk gece bu hal ile geçti. Kırk gün tamam olunca o bütün dertlilere yetişen, çaresiz kalanlara erişen,zevali olmayan, ebedi ve ezeli olan Allahu Teala hazretleri yine Süleyman a.s’dan hoşnut kaldı. Onun suçunu bağışladı. Yurdunu sarayını ona layık gördü.
Yine suçunun bağışlanacağı o gündü. Kaya cini Süleyman a.s’ın tahtına geçmiş, bağdaş kurmuştu. Hükümler veriyor yalancı hükümetler ediyordu. Ama yaptığı işler hiçte gökten inen Tevrat’a uygun değildi. Bütün din bilginleri de çevresinde oturuyordu. Hiç birisi Süleyman a.s’ın heybetinden söz açmazlardı ve tahtta oturanın yalancı bir dev olduğunu bilmezlerdi. Hatta Süleyman a.s’ın hatunları , cariyeleri bile bunu anlayamamışlardı. Ama Sahte Kaya Dev bunu söyleyemezdi. O da Şundan ötürüydü ki, ansızın tüm gerçeğin ortaya çıkmasından korkardı. Bundan dolayı da Süleyman a.s’ın ne malına ne de eşlerine zara vermemişti. Öteki Devler onun bir cin, bir dev olduğunu bilip anlayınca çok sevindiler, aralarında bayram ettiler. Ama yirmi gün geçince Kaya Dev’in arkadaşları ona:
-“Ey kaya cin! Bu mülk sana kalmaz. Ebedi değildir. Bari elin ermişken iyi bir iş işle de yarın ondan bize bir padişahlık ele geçsin!” dediler. Hemen bütün cinlerin hepsi bir yere toplandılar. Ne kadar Tevrat kitapları varsa sakladılar. İçine büyüler, cadılıklar yazdılar. Süleyman a.s’ın tahtının ayakları ki altındandı, o cadılıklarını orada gizlediler. Tevrat’ı yine önceki gibi düzdüler. Bunu da hiç kimse bilip anlayamadı. Hatta Süleyman a.s’da anlamadı. Süleyman a.s vefat edinceye kadar orada kaldı. Dünya aleminden, ahiret alemine gidince devler o tahtın ayaklarını yardılar. O büyüleri çıkardılar.
Ve halka:
-“Süleyman’a bu kitaplar gökten inmiştir!” dediler. İsrail halkı da bu kitaplardan o cadılıkları öğrendiler. Çok kişi de bu yolda devlere uydular. Fakat Hüdayı Teala cc bu kıssayı kuranı kerim’de zikrederek şöyle buyurdu:
“Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)
İsrail oğullarının önünde ve elinde bu sihirden öğrendikleri kadarının aslı işte bu uydurma Tevrat’tandır.
Böylece kırk günden sonra halk kaya Dev’in işlerinden bıktı. Vezir Asaf’a vardılar. Olanları bildirdiler. Asaf kalktı Süleyman a.s’ın hanımlarının yanına gitti. Onlara sordu.
Onlar da
-“Şimdi kırk gün oluyor ki Süleyman a.s. bize uğramıyor!” dediler.Vezir Asaf o zaman o hükümleri verenin devlerden biri olduğunu anladı, devleri öldürmek diledi. Asaf Tevrat’ı okuyanları çağırdı. 4.000 kişi ile yalancı hükümdar kaya’nın yanına gitti. Tevrat’ı okudular. Kaya Dev orada durmadı, kaçtı. Halk Süleyman a.s’ı istiyordu. Kaya dev çaldığı yüzüğü gitti denize attı. Yüzüğü bir balık yuttu. Allah cc o balığı bir balıkçının ağına düşürdü. Balıkçılar o balığı çıkardılar. Akşama yakın, onlar Süleyman a.s’a iki balık verdiler. O da birini sattı. Birini de kızartmak için içini yardığına içinde yüzüğü buldu. Onu eline aldı, öptü, parmağına geçirdi. Kalktı şehre girdi. Halk ona koşuştu. Kendisini tahtına oturttular. O da Devlere:
-“O Kaya Dev’i bana getirin!” emrini verdi. Kendisine:
-“O denizin dibine girdi. Artık elimize geçmez!” dediler. Bir bölük peri de:
-Eğer bize biraz ihsanda bulunursan, bize bir şey demezsen, onu sana getiririz!” dediler. Süleyman a.s’da:
-“Demem!” diye söz verdi. “Çalışın, onu bana getirin!” dedi. Bunlar deniz kıyısında yüksek sesle ağlayıp hıçkırmaya başladılar. Kaya Dev denizin dibinden:
-“Size ne oldu?” diye seslendi. Devlerde:
-“Süleyman öldü!” Kaya dev bu habere sevindi. Denizden dışarı çıktı. Onların arasına girdi. Onu hemen yakaladılar. Süleyman a.s.’a getirdiler. O da bir kayayı oydurdu. Kaya Dev’i bağladılar. O kayanın içine koydular. O kayayı o bakır ırmağının içine attılar.
(Kaynak:Tarihi Taberi)
Tarihi Taberi’den anladığımız kadarıyla, Kaya devi ve diğer cinler bazı büyü kitaplarını iktidarı ellerinde bulundururlarken ilerisi için bir plan yapmışlar ve çeşitli büyü kitaplarını Süleyman’ın tahtının altına veya sarayın altına saklamışlar. Hz. Süleyman öldüğünde ise, Süleyman’ın gücü bu büyü kitaplarına bağlıydı deyip halkın, tapınağı yıkmasını sağlamışlardır. Yahudiler Süleyman’ın kafir olduğunu savunmalarının temel sebebi de budur. Kuran’da bu durum şöyle açıklanıyor;
“Halk Süleyman’ın saltanatı aleyhine şeytanların büyüsüne uydular. Süleyman o sihirlere uymadı ve kafir olmadı. Lakin şeytanlar, insanlara sihir ettikleri için kafir oldular” (Bakara 120)
(Kral Süleyman’ın devletinin sınırları çok büyüktü, kuzeyde Hititleri dize getirmişti ama doğudaki Babilleri, Bugün Irak sınırları arasında kalan bölgeyi neden ele geçiremediği de ayrı bir merak konusudur )
Tapınağın yıkılmasından sonra İsrail oğulları asla Süleyman peygamber zamanındaki güce erişemediler. Babilliler ve Romalılardan çok eziyet çektiler. Hz. Süleyman’ın kuranda peygamber olarak anılmasından zamanın bazı Yahudileri rahatsız oldular ve Peygamber efendimizi ve İslamiyeti buna dayanarak heretic(sapkın, kafir) bir din olarak kabul ederler. Şeytan’ın emrine girdiğini zannettikleri Süleyman’ın, İslamiyet’te peygamber kabul edilmesi Yahudilerin en büyük dayanağıdır.
Süleyman peygamberden sonra tapınak defalarca yağmalanmış ve kazılmıştır. Bunu kazanların amacı diğer büyü kitaplarına ulaşmak ve Süleyman a.s. ‘ın hazinelerini bulmak olmuştur. Başta Yahudilerin kendileri olmak üzere, Babilliler, Romalılar, Yunanlılar, Persler tarafından tapınağın bulunduğu Sion tepesi defalarca kazılmıştır. Müslümanlar burayı işgal ettiğinde özellikle Tahtın bulunduğu noktaya Hz. Ömer bir mescit yaptırmıştır, bu mescit günümüzde Hz. Ömer mescidi yada Mescidi aksa olarak anılmaktadır. Mescidin buraya yapılma amacı kazıları durdurmaktadır. Daha sonra haçlılar burayı işgal ettiklerinde kurulan “Tapınak Şövalyelerinin” merkez komutanlığı da Mescidi Aksa’dır. Tapınak Şövalyelerinin tam ismi; (Latince: Pauperes commilitones Christi Templique Solomonici / Süleyman Tapınağı ve İsa’nın Fakir Askerleri). Sizce bu isim bir tesadüf mü? Kendilerini Süleyman Tapınağının askerleri olarak tanıtan bir askeri tarikat. Tarikat zamanın Şia mezhebinin bir kolu olan İsmaili’lerden çok etkilenmiştir. Çünkü aynı düşüncelerle ezoterik(içsel) ve gizli bilgilere ulaşmak istiyorlardı, bu bilgilerinde Süleyman tapınağının altında bulunduğuna inanıyorlardı. Şu an İsrail ile İran arasındaki çatışma acaba tapınağı kimin kazacağı meselesi olabilir mi?
(Günümüzde birçok Süleyman Tapınağı varyasyonu mevcuttur. Sarayın iç kısmının sıvı görünümlü bir madde ile kaplı olduğu ve bahçesinde cinler tarafından yapılmış çeşitli süs eşyalarının olduğu sanılmaktadır.)
İsrailliler daha sonra Babile esir düştüler ve oraya sürüldüler. Orada esir hayatı yaşayan Yahudiler, Harut ve Marut’tan Babil toplumuna kalan büyü sanatlarını öğrendiler. Hz. Musa ve Davut peygamberlerin kitabına ilave kitaplar eklediler. Talmud ve Mişna adlı iki sapık din kitabı bu esaret zamanında gelişti. Kabala ise sözlü gelenek olarak bu zamanlarda başladı. Hz. Süleyman’ın m.ö. 900 lü yıllarda varsayılırsa, günümüz egemen gücü olan illuminati ve mason teşkilatlarının felsefi altyapısını oluşturan düşünce tarzının bu tarihten sonra geliştiğini görebiliriz.
Tabiki Hz. Süleyman devrini bu kadar kısa bir yazıya sığdırmak çok zordur. Kuranda birde ışınlanmaya benzer bir olaydan bahsetmektedir. Sebe melikesi Belkıs’ın Tapınağa taşınması adeta ışınlanma gibi yapılmıştır, konu İslamiyet.gen.tr adresindeki sitede şöyle anlatılmıştır;
Hz. Süleyman (a.s.) cinlerden ve insanlardan oluşan ordusu ile kurduğu hakimiyeti, muhteşem bir saraydan yönetiyordu. Ve bu saray döneminin en ileri tekniği kullanılarak üstün bir estetik anlayışı ile inşa edilmişti. Sarayında göz alıcı sanat eserleri ve görenleri hayran bırakıp etkileyen değerli eşyalar, benzersiz bir estetik anlayışı ile yerleştirilmişti. Elbette Hz. Süleyman’ın bu mekâni, görenlerde büyük hayranlık uyandırıyordu.
İnsanların bu saraydan bu kadar etkilenmelerinin nedeni ise, insan fıtratına en uygun olan estetik anlayışını ve ortamı birden karşılarında görmeleri olmuştur. Zira Hz. Süleyman, yaptırdığı bu görkemli sarayı, imanın nuru ve onun getirdiği üstün bir akıl ile yaptırmıştı. Ve bir Müslümanın hangi çağda veya hangi şartlarda yaşarsa yaşasın Allah’ın kendisine verdiği imkânları en güzel şekilde kullanarak eşsiz bir mekân oluşturabileceğinin en güzel örneğini sergilemişti. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’in Neml Sûresi’nin bir çok ayeti, onunla aynı dönemde yaşayan bir kavmin yöneticisi olan Sebe Melikesi’nin Hz. Süleyman’ın ihtişamlı sarayını gördükten sonra ona biat ettiğinden bahseder. Hz. Süleyman, Sebe Melikesi Belkıs’ın varlığını kendisine haber getiren Hüdhüd sayesinde öğrenmişti:”Derken uzun zaman geçmeden (Hüdhüd) geldi ve dedi ki: “Senin kuşatamadığın (öğrenemediğin) şeyi, ben kuşattım ve sana Saba’dan kesin bir haber getirdim. Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı var. Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum, şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.” (Neml Sûresi 22-24)
Bu bilginin üzerine Hz. Süleyman, Allah’ı ilâh olarak kabul etmeyip güneşe secde eden ve şeytanın kendilerine süslü gösterdiği bir sistemi kabul eden Sebe halkını, imana davet etmek için onlara “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlayan bir mektup göndermişti. Ve tüm kavmi kendisine teslim olmaya çağırmıştı. “Gerçek şu ki, bu, Süleyman’dandır ve ‘şüphesiz Rahman ve Rahim Olan Allah’in Adıyla’ (başlamakta)dır. (İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olarak gelin” diye (yazılmaktadır). (Neml Sûresi 30-31)
Sebe Melikesi o ana kadar hiç karşılaşmadığı kadar kesin bir üslupla tüm hükümdarlığını kendisine katmasını isteyen Hz. Süleyman’ın, bu mektubu karşısında çok şaşırmıştı. Ve kendisini kesin olarak bozguna ugratacağından emin olduğu bu hükümdarı, kararından vazgeçirmek için ona yüklü hediyeler göndermek yolunu seçmişti. Ne var ki Allah’ın rızasını ve rahmetini hiç bir zaman maddî bir menfaate tercih etmeyen tüm peygamberler gibi Hz. Süleyman da, Sebe Melikesi Belkıs’ın hediyelerini geri çevirmiş ve elçileri vasıtasıyla ona ne kadar kararlı, onurlu ve Allah’a bağlı olduğunu gösteren şöyle bir haber göndermişti:”(Elçi hediyelerle) Süleyman’a geldiği zaman: “Sizler bana mal ile yardımda mı bulunmak istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır; hayır, siz, hediyenizle sevinip öğünebilirsiniz” dedi. Sen onlara dön, biz onlara öyle ordularla geliriz ki, onların karşı koymaları mümkün değil ve biz onları oradan horlanmış aşağılanmış ve küçük düşürülmüşler olarak sürüp çıkarırız.” (Neml Sûresi 36-37)
Hz. Süleyman Sebe Melikesi Belkıs’a Allah’ın adı ile başladığı mektubunda kendi gücünün Yüce Rabbinden geldiğini ve asla yenilmeyecek bir kuvvete sahip olduğunu hissettirmişti. Nitekim Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan oluşan, ona büyük bir teslimiyetle ve şevkle bağlı bir orduya sahipti. Öyle ki bu ordunun her üyesi Süleyman Aleyhisselam ın bütün sözlerini büyük bir hoşnutlukla ve tam bir itaatle yerine getirmekteydi. Elbette Hz. Süleyman’ın ordusunun tüm gücü Allah’tan gelmekteydi ve Allah’ın ordusu adetullaha uygun olarak her zaman üstün gelecekti.
Sebe Melikesi Belkıs, onun (Hz. Süleyman’ın) sarayına gittiğinde o güne kadar hiç görmediği büyük bir mülk ve zenginlikle karşılaşmıştı:
“Ona: “Köşke gir” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman:) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zemindir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” (Neml Sûresi 44)
Kendisi de bir zenginlik ve hâkimiyete sahip olan Sebe Melikesi Belkıs, Hz. Süleyman’ın sarayına girince o güne kadar gördüğünden çok farklı bir estetik ve bir zenginlikle karşılaşmış ve ruhuna hitap eden büyük bir akla şahit olmuştur. Aslında Sebe Melikesi Belkıs’ın duyduğu hayranlık ve şaşkınlık içine girdiği saraya değil, Hz. Süleyman’ın aklınadır. Çünkü Belkıs’ın karşılaştığı manzara, o dönemin şartlarında yapılabilecek en mükemmel eser olarak tarif edilebilecek en güzel yerdir.
Âyette de ifade edildiği gibi camdan olan köşk zemini öylesine gerçekti ki, Sebe Melikesi Belkıs, ıslanmaması için eteklerini toplayarak ilerlemesi gerektiğini düşünmüştü. Sarayın muhteşemliği ve görkemi, Müslümanların ruhlarında yaşadığı zenginliği yansıtıyordu.
Belkısın başka bir ülkenin hükümdarı olmasına ve bu ülkenin en büyük servetine sahip olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın yaşadığı mekândan ve onun zenginliğinden etkilenme sebebi de budur. Teknik anlamda büyük servetler harcanan mekânlarda yaşamasına rağmen, pek çok kişi insan fitratının hoşlanacağı estetiği sağlayamayabilir. Oysa Hz. Süleyman’ın sarayının her köşesinde görülen zevk, akıl ve mükemmellik sadece servetle elde edilebilecek bir görünüm değildir. İşte aradaki bu farkı daha sarayın girişini görür görmez anlayan Belkıs, böyle bir yeri meydana getiren akla ve o aklın üstünlüğüne hemen teslim olmuştur. Sebe melikesi Süleyman Âleyhisselamın aklının sahibi olan Cenâb-ı Allah’a iman ettiğini söylemiş ve müslümanlardan olmayı kabul etmiştir.
Ek Bilgiler;
Süleyman’ın mührü 5 köşeli yıldız mıydı? Yoksa Altı köşeli yıldız mıydı?
Bu konuda çeşitli görüşler yüzyıllardır kutsal dinler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Kabala kültürüne inanan Yahudiler onun simgesinin ters dönmüş 5 köşeli yıldız olduğunu savunuyorlar fakat genel görüş Süleyman’ın babasının arması olan 6 köşeli yıldızı kullandığını varsaymaktadır.
(Ters 5 köşeli yıldız olan bir Müslüman mezarı)
(Altı köşeli yıldız kullanılmış bir Müslüman mezarı)
Tapınağın altı yüzyıllardır kazılmasına rağmen bir şey bulunabildi mi?
Tahminen Süleyman’dan sonraki erken dönemde bulunabilecek bütün sırlar bulundu, Tapınak şövalyelerinin son kalan eserleri ve hazineleri bularak Avrupa’ya taşıdıkları zannedilmektedir. Bu gün İsrail devleti hala tapınağın altını kazmaktadır. Tapınağın kilit noktası Mescidi Aksa’dır, buranın altında havada asılı kaldığı öne sürülen bir kayanın olduğu rivayetler arasındadır. Bugün gerçek Mescidi Aksa ve Kubbetus Sahra birbirine karıştırılarak, dünya Müslümanlarına dezenfermasyon yapılmaktadır.
(Kubbetus Sahra, Mescidi Aksaymış gibi, tüm dünya basını tarafından, Müslümanlara yutturulmaktadır. Gerçek mescidi aksa tapınağın Taht tarafının üstündedir)
Süleyman Tapınağını cinler mi inşa etti?
Bir dul kadının oğlu olarak anlatılan Hiram Usta’nın önderliğinde cinler tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir. Bugün mason localarının üyelerini de “Dul kadının oğulları” diye hitap edilmektedir. Tapınağın alt kısmındaki taşlar çok büyük boyuttadır o günün şartlarında o bölgeye nasıl taşındıkları hala muammadır. Eski çağlarda sihir ve büyü yoluyla cinlerin inşaatlarda kullanıldığını savunan tarihçilerden biri de Zachariah Sitchin’dir. Ona göre Lübnanda bulunan Baalbek tapınağının tarihi çok daha eskidir ve temelde bulunan taşların boyutu inanılmaz büyüklüktedir.
(Tapınak duvarının alt kısmındaki ve toprağın altında kalan taşlar devasa boyutlardadır. Nasıl taşındıkları bir bilmecedir. Taşların nasıl bu kadar düzgün kesildikleri de ayrı bir bilinmeyendir)
(Lübnan da bulunan Baalbek Tapınağının alt kısmında bulunan taşların tarihi Süleyman Tapınağına göre çok daha eski tarihlere uzandığı bilinmektedir. Sorun ise bu kadar büyük taşların bu bölgeye nereden ve nasıl taşındığıdır. Tahminen eski medeniyetlerin teknoloji anlayışları büyü ve sihre dayalıydı ve inşaat işlerinde cinleri kullanıyorlardı)
Mason localarında kullanılan sütunların Tapınakla ilişkisi var mı?
Masonlar çeşitli ritüellerin(kutsal tören) daha kolay gerçekleşmesi için Süleyman Tapınağının küçük bir kopyasını kullanırlar. Bura da amaç inşaat ustası Hiram’ı anmak ve ritüellerin görselliğini Süleyman’a dayandırmaktır.
(Girişte iki sütun vardır, bu sütunlardan birisi iyiliği birisi kötülüğü temsil eder. Kabalanın sefirotlarını ayıran iyilik ve kötülük çizgileri olarak ta kabul edilirler. Yerlerde bulunan damalı zemin yada diğer adıyla Checker, yüzeyde görünen varlıkları ayırt etmek için olduğu tezi yaygındır. Diğer bir görüş ise Tapınağın zemininin suya benzer bir yapısı olduğu ve bunun taklit edilemez olduğudur.)
Hz. Süleyman büyücü kral mıydı?
Bu görüş Yahudilere ve kabalacılara ait yaygın bir görüştür. Şu an popüler kültüre de etki etmiş bir olgudur aslında, Hz. Süleyman, Witch King(büyücü kral) olarak anılır. Yüzüklerin Efendisi kitabında Nazgul’ lerin lideri Witch King’dir. Witch King siyah bir ejderha üzerinde olarak anlatılır ki Kabala da tasvir edilen Süleyman portresinin aynısıdır. Witch King Numenor’lu 3 kralın lideridir, Bunlar Yahudi tarihindeki krallar olan Saul, David ve Solomon’dur. Diğer altı Nazgulların üçü ise kuzeyde Kurulan Kingdom of İsrael devleti ve güneyde kurulan Kingdom of Judah devletinin krallarıdır. Bunlar bir varsayım fakat J.R.R. Tolkien Yüzüklerin efendisi kitabını yazmadan önce kabala okuduğu çok açıktır. Kitabın tamamında iyi ve kötünün savaşı tarihler ve olaylar kadim(antik) kabala geleneğinden gelmedir. Yüzüklerin Efendisindeki karakterlere ve bunların Kabala ve Masonik kökenlerine ayrıntılı bir şekilde değineceğiz.
(Yüzüklerin efendisindeki Witch King)
(Siyah Ejderha üzerinde Witch King)
(Witch King oyununda da oldukça fazla malzeme bulunmaktadır. İlerleyen yazılarımızda bu konuya detaylarıyla değineceğiz. Yüzüklerin Efendisi hakkında ayrı bir yazı yazacağız)
Solomon Kitabı Nedir?
Solomon kitabı ortaçağda Avrupalı Yahudiler tarafından derlenen bir kitaptır. Kaynağının Süleyman peygambere ait olduğunu öne sürerler. Çeşitli büyü ve tılsımların yapılışı Kabalistik geleneğe göre anlatılmaktadır.
İnternette bulunan bir kaynak şöyle bir açıklamada bulunmuştur;
Kitabın adı “Süleyman’ın Anahtarı”… Kral Süleyman’a atfedilen kitabın kaynağı meçhul… Şu anda İngiliz müzesinde bulunan kitap, tarihteki en ünlü büyü kitaplarından biri olarak gösteriliyor.
Kitapta Süleyman, takipçilerine, ruhsal güçleri toplamayı ve kontrol altına almayı, ruhlar aleminden gizli sorulara cevap bulmayı, aşk, para gibi özel istekleri elde etmek için yapılması gerekenleri ayrıntılı olarak tarif ediyor.
Kitaptaki bilgiler, yüzyıllardır bilinmesine rağmen, uygulamasının zorluğu sebebiyle pek rağbet görmüyor. Kitabın yeniden gündeme gelmesinin nedeni ise Amerikalı ünlü yazar Dan Brown’un merakla beklenen son kitabı ile aynı ismi taşıyor olması…
Hz. Süleyman tarafından yazıldığı iddia edilen kitapta Yahudi ve Müslüman gizemcilerin etkileri görülüyor. Kitapta okuyan kişinin dilediğini yaptırması için gerekli olan ruhların isimleri ve onları nasıl uyandırıp yöneteceği anlatılıyor.
SAKIN DENEMEYİN!
Kitaptaki büyülerden biri şöyle;
İyilik ve sevgi elde etmek için şu kelimelerin yazılması gerekiyor:(ibranice)
“Sator, Arepo, Tenet, Opera, Rotas, Iah, Iah, Iah, Enam, Iah, Iah, Iah, Kether, Chokmah, Bınah, Gedulah, Geburah, Tıphereth, Netzach, Hod, Yesod, Malkuth, Abraham, Isaac, Jacob, Shadrach, Meshach, Abednego heqpiniz bana isteğimi elde etmem için yardım edin.”
“Süleyman’ın Anahtarı” adlı kitabındaki büyülerin etkili olması için anlatılanların doğru zaman, doğru yer ve doğru gün ile saatte yapılması gerektiği vurgulanıyor.
Kitapta, çalınmış eşyaları bulmak, istenen kişiyi kendine aşık etmek, aşık olunan kişinin rüyasına girmek, saygı ve itibar görmek, kişilerin birbirinden nefret etmesini sağlamak, her türlü soruya cevap bulmak amacıyla yapılan çok sayıda büyü yer alıyor.
Arkadaşlar hepinizden özür diliyorum, yazı biraz uzun oldu fakat Hz. Süleyman dönemi ve yaşananlar açıklamaya çalıştığımız konu için ayrı bir öneme sahip. Harut ve Marut adlı melekler hakkında fazla bilgi veremedim ama onları bir sonraki yazımda inşallah daha detaylı açıklayacağım. Allah’ı gerçekten anlayarak sevmeniz dileğiyle…
Yazan: ARMARIEL