03 Haziran 2014 Bu içerik 2.237 kez okundu.

Hayat
- Hayat bizi resmen dört işlemle sınar; gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der. - Lev Tolstoy
- Hayat, bir büyük beladır.
- Hayat; kendisini alt edenindir. - Friedrich Nietzsche
- Her gün, bu son gününüzmüşçesine yaşayın. Çünkü bir gün öyle olacak! - Charles A. Beard
- Acılı bir hayatla hayatsızlık arasında bir seçim yapmamı söyleseler, hiç duraksamadan acılı hayatı seçerim. İnsanlar hayatın ne kadar kötü olduğunu söylerse söylesinler, ben umudumu asla kaybetmedim. Henüz nasıl umut kaybedileceğini öğrenmedim. - William Faulkner
- Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker... Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi. - Arthur Schopenhauer
- Ancak başkaları için yaşanan bir hayat, yaşamaya değer bir hayattır. - Albert Einstein
- Ayağa kalkıp yaşamadan oturup yazmaya çalışmak ne büyük bir sefalettir.
- Beyin olanca gücüyle ilerlerken, cinsel sistemlerin korkunç etkinliği daha uykuda olduğu için çocukluk, hayatımız boyunca özlemle geri dönüp baktığımız masumiyet ve mutluluk dönemi, hayatın cennetidir, kayıp cennet. - Arthur Schopenhauer
- Ben görevimi burada bitiriyorum. (Son sözleri). - Albert Einstein
- Büyük hayat düşünün öznesinin BİR olduğunu ve tüm çeşitliligin zamana ve mekana bağlı olduğunu kendimize hatırlatırsak, o devasa düsünceye olan korkumuz azalacaktır. Hepsi kocaman bir rüya ve onu her bir yaratık görür: Ama hayatındaki bütün karakterler de onunla birlike o rüyayı görür. - Arthur Schopenhauer
- Eğer hayata küçük ayrıntılarıyla bakacak olursak ne kadar gülünç görünür. Mikroskopta görülen bir damla su gibidir, tek hücrelilerle kaynayan tek bir damla. Telaşla koşuşturup birbirleriyle mücadele etmelerine nasıl güleriz. Ister bu su damlasında isterse insan hayatının küçük süresi içinde olsun bu korkunç etkinlikler komik bir etki yaratıyor. - Arthur Schopenhauer
- En büyük bilgelik şu andan zevk almayı hayatın en büyük amacı kılmaktır, çünkü tek gerçek budur, başka her şey düşünce oyunudur. Ama bunun en büyük budalalığımız oldugunu da söyleyebiliz, çünkü yalnızca kısa bir süre için var olan ve bir rüya gibi kaybolan içinde bulunduğumuz bu an asla ciddi bir çabaya değmez. - Arthur Schopenhauer
- Ey hayat senin bu kadar önemli tutulman ölüm sayesindedir. - Seneca
- Geçmiş masal, gelecek hikaye, bugün ise gerçektir.
- Gençliğimizdeki neşelilik ve karamsarlığa kapılmama hali, kısmen hayat tepesine tırmanıyor ve tepenin öteki tarafındaki ölümü görmüyor olduğumuz gerçeğine dayanır. - Arthur Schopenhauer
- Gençliğin bakış açısından bakıldığında hayat sonsuz derecede uzun bir yolculuktur: yaşlılıktan bakınca çok kısa bir geçmişe benzer. Gemiyle uzaklaştığınızda kıyıdaki nesneler daha küçük, tanınması ve ayırt edilmesi daha zor hale gelirler, aynı şekilde olaylar ve etkinliklerle dolu geçmiş yıllarınızı da tanıyamazsınız. - Arthur Schopenhauer
- Hayat berbat bir şeydir. Hayatımı onu düşünerek geçirmeye karar verdim. - Arthur Schopenhauer
- Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatının ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarısında ise tersini. ikincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir, çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar. - Arthur Schopenhauer
- Hayat bozuk para gibidir. Dilediğinizce harcayabilirsiniz, ama sadece bir kez. - Miguel De Cervantes
- Hayatının son dönemindeki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder. - Arthur Schopenhauer
- Hayatında olup biten şeylerin, dilediğin şekilde olmasını isteme: nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. Böylece her zaman mutlu olursun. - Epiktetos
- Hayatımız düşüncelerimizin eseridir.- Marcus Aurelius
- Hepimiz hayatın kısalığından söz ederiz de, boş geçen zamanlarımızı nasıl kullanacağımızı bilemeyiz! - Seneca
- Hayat da bir masal gibidir, ne kadar uzun olduğu değil nasıl yaşandığı önemlidir. - Seneca
- Hayat bir öyküye benzer, önemli olan yanı eserin uzun olması değil, iyi olmasıdır. - Seneca
- Hayatı komedi sananlar, son espriyi iyi düşünsünler! - Seneca
- Hayat ancak geriye doğru baktığında anlaşılabilir ama hep ileriye doğru yaşanır.
- Hayat sen plan yaparken başına gelen şeylerdir. John Lennon
- Hayatımda pek çok sorun vardı ve çoğu asla var olmadı. - Mark Twain
- Her güne hayatının en güzel günü olması için şans ver. - Mark Twain
- Hayat bir şey değildir, itinayla yaşayınız. - Albert Camus
- Hayat yaşla değil, yaşamakla anlaşılırmış. - André Gide
- Hayatı seviyor musun? Öyleyse zamanı çarçur etme, çünkü hayat ondan ibarettir. - Benjamin Franklin
- Hayat herkesin yaşadığı, kimsenin yaşamaktan hoşlanmadığı komedya. - Cemil Meriç
- Hayatı çok ciddiye almayın. Daha ondan canlı kurtulan olmadı. - Elbert Hubbard
- Hayat eylemdir, laf değildir. - Osman Pamukoğlu
- Hayatın asıl amacı, bilgi değil eylemdir. - Thomas Henry Huxley
- Hayatta rövanş yoktur. - Ahmet Hamdi Tanpınar
- Hayatın ilk elli yılı metin, geri kalanı yorumdur. - Arthur Schopenhauer
- İnsan kaç hayat yaşarsa, o kadar ölümle ölür. - Oscar Wilde
- İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, sadece vardırlar. - Oscar Wilde
- İnsanın hayatı, yenileceğinden hiç şüphe etmeksizin, var olmaya çalışmak için harcanmış bir çabadır. - Arthur Schopenhauer
- İnsan, büyük bir hayretle, binlerce yıllık varolmayıştan sonra birdenbire var olduğunu görür; bir süre yaşar; ve sonra yeniden yok olması gereken aynı oranda uzun zaman gelir. - Arthur Schopenhauer
- İnsanların çoğu hayatlarının sonunda geriye dönüp baktıklarında molalarda yaşadıklarını görürler. Takdir etmeden ve zevk almadan geçip giden şeyin aslında hayatları olduğunu gördüklerinde şaşırırlar. Ve böylece umutlarla kandırılan insan ölümün kollarına koşar. - Arthur Schopenhauer
- İnsanın somut olarak yaşadığı hayatın yanı sıra her zaman soyut olarak ikinci bir hayat yaşaması dikkate değer ve önemlidir... sakince enine boyuna düşünme alanında, önceden onu tamamen ele geçiren ve yoğun bir şekilde etkileyen şeyler soğuk, renksiz ve uzak görünür: o yalnızca bir seyirci ve gözlemcidir. - Arthur Schopenhauer
- Kim ne derse desin, mutlu insanın en mutlu anı, uykuya daldığı andır ve mutsuz bir insanın en mutsuz anı, uykudan uyandığı andır. İnsan hayatı, bir tür hata olmalı. - Arthur Schopenhauer
- Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır. - Arthur Schopenhauer
- “Neler yapmadım.” deme, “Neler yaptım.” de!
- Önemli olan uzun yaşamak değil, dolu dolu yaşamaktır.
- Önemli olan kantite değil, kalitedir. - Seneca
- Önemli olan uzun yaşamak değil, dolu dolu yaşamaktır.
- Pek yaş olma sıkılırsın, pek de kuru olma kırılırsın.
- Sevginin olduğu yerde hayat vardır. - Mahatma Gandhi
- Soğuk bir kiş sabahı çok sayıda kirpi donmamak için hep birlikte ısınmak üzere bir araya toplanır. Ama kısa süre sonra oklarının birbirleri üzerindeki etkilerini görüp yeniden ayrılırlar. Isınma gereksinimi onları bir kez daha bir araya getirdiğinde okları yine kendilerine engel olur ve iki kötü arasında gidip gelirler, ta ki birbirlerine katlanabilecekleri uygun mesafeyi bulana kadar. Bunun gibi, insanların hayatlarının boşluğundan ve tekdüzeliğinden kaynaklanan toplum gereksinimi onları bir araya getirir, ama nahoş ve tiksinti verici özellikleri onları bir kez daha birbirinden ayırır. - Arthur Schopenhauer
- Hayat güçsüzlüğü affetmez. - Adolf Hitler
- Hayatın güçlükleri ruhumu sertleştirdi ve bana yaşamasını öğretti. - Adolf Hitler
- Yaşama hakkın mücadele gücün kadardır. - Adolf Hitler
- Yaşam sirk sahnesi, jonklör veya cambaz. Kendi kader tayininde her insan, bir kumarbaz. - Sagopa Kajmer
Felsefi bir soru olan "Hayatın anlamı nedir?", farklı insanlar tarafından farklı şekillerde algılanabilir ve "anlam" sözcüğünün buradaki belirsizliği farklı açıklamalara yol açar: "Hayatın kökeni nedir?" , "Evrenin ve yaşamın doğası nedir?", "Hayatı değerli kılan şey nedir?","İnsanın hayattaki amacı nedir?". Bu sorulara bilimsel teorilerden felsefî, teolojik ve ruhanî argümanlara kadar birçok değişik şekilde cevap verilmektedir.
Hayat: Canlı organizmanın canlılık faliyetini sürmesi , Görme ,işitme , doku organlarını kullanabilmesi , fiziksel hareketlerini yerine getirebilmesi ve yasamsal fonksiyonlarında bir durma yaşamamasına denir.
Başka bir bakış açısına göre de "Hayatın anlamı" sorunu ancak ölümle son bulur, cevaplanabilir. Felsefî bakış açısına göre sonuç kaçınılmaz olan ölümdür. Yaşadıkları hayattan (zengin, fakir, zeki, aptal, güzel, çirkin) bağımsız olarak her insan ölür ve bu sorun da son bulur. Konuyla ilgili görüşler özetle aşağıda görülebilir. Ayrıca İngilizce en:Wikipedia:Meaning of life vikipedi sayfasında yer alan içerikten de faydalanılabilir.
Popüler görüşler
Birçok insan kendine bir dönem "Hayatın anlamı nedir?" diye sorar ve kendince cevaplar verir, en popülerleri şunlardır:
Yaşamı sürdürebilme ve maddi/geçici başarı
...Geliri arttırmak ve sosyal statüyü yükseltmek.
...Başkalarıyla yarışmak ya da ortak olmak
...Sizi yaralayanları yok etmek ya da pasifist kalmaya çabalamak
...Yaşamak
...Kendi ailenizi ya da başkasının ailesini korumak
...Güç kazanmak ve gücü kullanmak
...Kitap ya da tablo gibi sanat eseri miras bırakmak/bırakmaya çabalamak
...Fiziksel, finansal ya da mental özgürlük kazanmak
...Ünlü olmak
...Çocuk sahibi olmak
Bilgelik ve bilgi
...Soru sormamak ya da sürekli soru sormak
...Sınırların ötesini keşfetmeye çalışmak
...Birinin hatalarından ders çıkartmak
...Sürekli olarak hayatın anlamını öğrenmeye ve anlamaya çabalamak
...Bir insanın bakış açsını/dünya görüşünü değiştirmek
Ahlaki
...Merhamet göstermek
...Başkalarıyla ve doğayla barış içinde yaşamak
...Aşık olmak
...Aşık ettirmek
...Erdemli olmaya çalışmak
...Başka insanlara hizmet etmek
...Adalet için çalışmak
Dinsel ve ruhanî.
...İç huzuru yakalamak
...Güzel ameller yapmak
...Ölümden sonra cennete ulaşmak
...Tanrı`ya hizmet etmek
...Kul olmak
Ab-ı hayat ne demek?
İçene ölümsüz bir hayat verdiğine inanılan su. Âb, Farsça'da "su", hayat ise Arapça'da "yaşam" demektir. Buna, ab-ı hayat, ab-ı Hızır, aynü'l-hayat, nehru'l-hayat da denilir. Anlamları; hayat suyu, Hızır suyu, hayat pınarı ve hayat ırmağı demektir [ab-ı hayat]
Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa ve Hızır kıssası anlatılırken ab-ı hayata dolaylı olarak temas edilir. (el-Kehf, 18/60-82). Ayetlerde anlatılanlar şöyle özetlenebilir: Hz. Musa bir gün genç arkadaşıyla birlikte, kendisine allah tarafından "rahmet ve gizli ilim" verilen Hızır (a.s.)'la buluşmak üzere yola çıkar. Buluşma yeri "iki denizin birleştiği yer" (Mecmau'l-Bahreyn)'dir. Yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın canlanıp denize atlaması buluşma yerini belirleyen bir işaret olacaktır. İskender-i Zülkarneyn, söz konusu suyu çok aramışsa da bulamamış veziri olan Hızır bulmuş ve kana kana içmiş, arkadaşı İlyas’a da içirmiştir. bu sebeple, inanışa göre adı geçen bu iki insan ölümsüzlüğe kavuştuklarından kıyamete kadar yaşayacaklardır.
Doğu ve Batı dünyasında, çok eskiden beri varlığına inanılan abı- hayat, Türkçe’nin eski ve yeni edebiyat eserlerinde zengin anlamlar çağrıştıracak şekilde karşımıza çıkan bir mazmundur. Ab-ı hayvan, ab-ı beka, ab-ı cavid, ab-ı cavidani, ab-ı zingedan, ab-ı İskender tabirleri de “ab-ı hayat” yerine, onunla aynı anlamda kullanılmıştır. Tavavvuf’ta zaman zaman hakiki aşkı; mürşid-i kamilin aklı doğrultan, gönlü uyandıran, sözlerini ve nazarını ifade etmek için de ab-ı hayat tabiri kullanılır.
------------------
Hayat oluş halinde olan maddedir. Sürekli değişir. Karşıtlığı içinde barındırır. Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Birbirini etkiler. Karşıtların mücadelesi sonucu ortaya çıkan nicel birikim en sonunda nitel bir sıçramaya dönüşür. Bu hayatın kendisinde olan bir durumdur. Ölüm ve yaşam hayatın içerisindedir.
Bu karşıtlar birbiriyle mücadele halindedir. Ölümün içinden yaşam doğmakta, yaşamla birlikte ölüm başlamaktadır. Yaşam ve ölüm karşıtlığında ortaya çıkan nicel birikim bir nitel sıçrama doğurur. Fakat bu bir yokoluş hali değildir. Başka bir şeye dönüşmektir. Örneğin, ölen bir bitkinin ayrışarak toprağa karışması, ölen bitkinin tohumundan yeni bitkinin doğması gibi...

Burada şu soru akla gelebilir "Bir şey ölüyor, yeni bir şey doğuyor. Ama birbiriyle aynı özelliklere sahip. Peki bu bir kısır döngü değil mi?" Buna vereceğimiz yanıt, yaşamı nasıl anlamlandırdığımızla ilgili. Geçmişi, dünya tarihini hesaba katmayan bir bakış açısı, olguya şu şekilde bakacaktır; "Ölen ve yeniden doğan şeyin içinde değişmeyen bir töz vardır." Bu bakış açısı sonuç olarak idealizme varacak ve olguda yüce bir yaratıcının parmağını arayacaktır. Fakat bu olguyu tarihsellik içinde incelersek o şeyin, maddenin oluşumunun bir parçası olduğu görülecektir.
Örneklendirecek olursak bir serçe, ondan milyonlarca yıl önce yaşamış olan kuş türlerinden bugüne kadar gelen birikimi üzerinde taşımakta, ona bir şeyler ekleyerek evrim çizgisi içerisinde kendinden sonraki kuşaklara aktarmaktadır.
Son zamanlarda evrimi çürütüyor düşüncesiyle İstanbul'un çeşitli kamuya açık yerlerinde sinek ve levrek balığı fosilleri sergilenmektedir. 150 milyon yıllık bu fosillerle günümüzdeki sinek ve levrek balığının bir farkının bulunmadığını gösterip yaratılışı ispatlamaya çalışıyorlar. Aslında farkında bile değiller bunun evrimin ispatı olduğunun. Çünkü evrim çizgisi çok çabuk değişen bir çizgi değildir. İfade edilen zaman dilimi bize fazla gelebilir. Ancak dünyanın, hatta evrenin yaşı düşünüldüğünde bahsedilen sürenin çok kısa olduğu görülecektir. Ayrıca bu kısa zaman diliminde bile bir değişim, bir birikim söz konusudur. Yaratılışçıların tek dayanak noktaları bizim bu değişimi gözümüzle, bilgimizin sınırlılığıyla algılayamıyor olmamızdır. Tıpkı 99 derecedeki suyla 20 derecedeki suya bakıldığında ikisinin de sıvı kıvamında olması gibi. Aslında ikisi arasında hem nitelik hem de nicel birikim açısından fark bulunmaktadır. 99 derecedeki su, biraz daha ısındıktan sonra gaz hale dönüşecektir.
Hayatın oluş çizgisi içinden bir kareyi alıp evrimi çürüttüm sanmak olsa olsa bütünsel bakamayan kafaların kendi içindeki çelişkisidir. Ayrıca evrime bu kadar saldırılıyor olması da kendi içinde bir korkuyu barındırır. Düşünsel özgürlük korkusu... Bağnaz fikirlerin kökünü kazıyacak olan şey insanın kendine ben kimim, neden yaşıyorum, nasıl varoldum, hayat nedir? gibi soruları sormasıdır.
Biraz daha açacak olursak sadece insanla maymun aynı atadan oluşmamıştır. Uçan kuşla yüzen balıkla da aynı atadan geliyoruz. Aslında tüm canlılar en sonunda tek hücreli basit organizmalara dayanmaktadır. Bu tek hücreliden bugüne gelinmektedir. Canlıların yapısında hücrenin bulunması, bunun bir anlamda ispatıdır.
Bu düşüncemizi sadece canlılar içinde tutmaz, hayatın oluş çizgisinin bütünselliğinde değerlendirirsek, ilk tek hücrelinin doğumuna uygun ortamın oluşabilmesi için evrenin oluşumundan (big bang) bu yana çok uzun bir sürenin geçtiğini görürüz. Canlılığın evrimi de aynı zamanda evrenin evrimi içerisindedir. Evrendeki diğer yıldızların, gezegenlerin yapısında var olan atomların aynı zamanda insan ve diğer canlıların yapısında da bulunması onlardan ayrı olmadığımızı, doğanın bir parçası olduğumuzu gösteriyor.
Astrofizikteki gelişmelerle birlikte artık biliyoruz kanımızdaki demir, oksijen kemiklerimizdeki kalsiyum büyük patlamayla birlikte oluşan, evreni oluşturan element ve moleküllerdir. Böylelikle diyebiliriz ki evren içinde yaşayan bizler, o milyarlarca yıl sürmüş birikimin eseriyiz. Maymunla aynı atadan geldiğimiz gibi yıldızlardan, gezegenlerden de gelmekteyiz.
Madem ki insan doğanın bir parçası, insanı diğer canlılardan ayıran özellik ne, insanı böylesine farklılaştıran, uzaklaştıran... Biyolojik evrim açısından insanı ele aldığımızda insan doğadaki diğer canlılara göre daha korunmasız durumdadır. Bebeklik süresi uzundur. Annesinin karnından doğar doğmaz ayaklanan bir buzağı gibi değildir. Bakıma ihtiyacı vardır. Ya da soğuk havalarda kendini koruyacağı bir postu yoktur ayı gibi. Doğa olayları yaşantısını olumsuz etkilemektedir. Bir aslan gibi pençelere de sahip değildir. Her an yırtıcı bir hayvana yem de olabilir.
İnsanın tüm bu olumsuzluklara, zorlayıcı koşullara rağmen yaşayabilmesi için kendi değişiminin de bu koşullara uyumlu olması gerekiyordu. Değişen iklimsel koşullar karşısında atalarımız ağaç gövdelerine tutunarak yavaş yavaş iki ayakları üzerinde durmaya başladılar. Ve ön ayakları (elleri) boşa çıktı. Gitgide artan dik duruşla birlikte beyin hacmi büyüdü. Boşa çıkan ellerin etkinliği de beyni ilmek ilmek işledi. Eller de gitgide hüner kazandı.
Yukarıda saydığımız tüm bu zorlu koşulların üstesinden insan, Engels'in deyimiyle elleriyle gerçekleştirdiği toplumsal eylemiyle gelmiştir. Bu emek faktörü insanı biyolojik evrim içerisinde çok şanslı kılmıştır. Toplumsal yaşam birlikteliğinin güvenliği içerisinde yavrularını büyütmüş, yırtıcı hayvanlara karşı birlikte kendisini savunmuş, birlikte avlanarak yiyeceğini doğadan çıkarmıştır. Boş kalan elleriyle de geçim araçlarını üretmeye başlamıştır. Örneğin; artık ayı gibi bir postu olmaması bir olumsuzluk değildir. Soğuk havalarda giysilerini giyecek, sıcakta çıkaracaktır. Ancak ayı, ani değişen koşullar karşısında postunu bir anda sırtından çıkarıp atamayacaktır. Böylelikle insandaki bu durum avantaja dönmüştür.
İnsanın bu toplumsal eylemi sebebiyle iletişimi bir zorunluluk haline gelmiş, ilk başta işaretlerle başlayan ve gitgide bağrışlarla sözcüklere dönüşen dil, ses tellerinin de gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Böylelikle edinilen deneyimleri dilde birikmiş, kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Ancak bu gelişmeler sonucunda insan bugünkü haline gelebilmiştir. Fakat, sadece bugüne bakıp yüce yaratıcı bir elin onu ayrıcalıklı yarattığı ukalalığına düşmek en başta insanın kendisine yapılmış bir haksızlık olacaktır. Zehirli bir otu yiyerek ölen ilk insanın bile insanlığa faydası vardır. Çünkü ondan sonrakiler o otu yememiştir. İlk mızrağı yapanın avlanmayı kolaylaştırarak tehlikeyi azaltması bakımından önemi çok büyüktür. Tekerleği ilk bulan insanın da tarihin tekerleğini bugüne döndürmede büyük katkıları olmuştur. Aslında her ilerleme, her buluş insanlığın görkemli eserine bir tuğla koymaktır.
İnsan, kendi geçim aletlerini üreterek gerçekleştirdiği toplumsal eylemiyle biyolojik evrimden ayrılmış ve diğer canlılara göre farklılaşmıştır. Attığı her adımda kendinden önceki atalarıyla birliktedir. O uykuya daldığında yalnız değildir. Ataları da onunla birlikte uyumaktadır. O uyandığında ataları ona günaydın demektedir. Yani insan kendinden önceki atalarına karşı borçlu, kendinden sonra doğacak gelecekteki nesillere karşı da sorumludur. Bu nedenle insanlığın birikimine ihanet etme hakkına sahip değildir.
-------------
Hayat gece yıldızlar altında uzanıp gökyüzünü seyretmek midir? Hayat her gün günden güne bulutlarla ağlamak mıdır? Hayat nedir kim bilir? Dost dediğinin sırtından vurması mı? Arkadaş dediğinin iki dakika satması mı? Sevdiğinin saçma nedenlerde terk etmesi mi? Hayat nedir bilmiyorum bütün olanlar olurken nedir, niyedir?

Hayat nedir acaba? Yardım etmek mi insanlara? Sessiz feryatlar atan sessiz çığlıklarla yardım bekleyen insanlara yardım etmek mi? Hayat aç iken aç olana tüm yiyeceğini vermek midir? Hayat nedir niyedir? Hayat denilen hadise mevsimler midir? Gerektiğinde üşümek gerektiğinde filizlenmek gerektiğinde ısınmak nedir gerektiğinde yok olup solmak mı?
Yoksa hayat "yaş"-a-mak mıdır yoksa? En kötü gününde kan ağlarken gülmek midir? Hayat her şey demek midir yoksa? Karanlıklarla aydınlıklarla dolu bir yaşam öyküsü müdür hayat yoksa? Yoksa bir rüya mıdır hayat? Gülmek eğlenmek ağlamak yardım etmek uyumak kalkmak hepsinin yapıldığı bir rüya mı acaba?
Hayat işte bu bütün bunlar olurken bütün her şey yaşanırken hayata masum masum bakmak hayatı oluşturmaz hayattan ders çıkarmak en güzel hayat örneğidir. Hayat kısacık bir ömürdür yaşanmayı bekleyen. Küçükken büyük, büyükken küçük, yaşlıyken büyük olmaktır hayat. Bazen gülmek bazen ağlamaktır oysa. Hayat yeni yaptığın hatayı baştan yapmamaktır. Hayat gariptir aslında dünüyle bugünüyle yarınıyla. Hayat gerçekten de çok gariptir, uzun sanılan ama çok kısa olunan bir duygudur hayat.
Çocukluğu çocuk olarak yaşamaktır. Gençliğin kıymetini bilmektir hayat. VATANININ değerini bilmektir hayat. Geçmişini bilmek geleceğe iyi umutla bakmaktır. Bütün bunlar benim dünyada ki hayatımdır. Kısaca bu benim dünyam işte. Hayattan dersleri almaya çalıştığım bir anlamsız diyar. Peki sizin dünyanız nasıl? Her zaman ağlamak mı? Her zaman gülmek mi? Yardım etmek mi yoksa yardımdan kaçmak mı? Sevdiğin uğruna can vermek mi? Soruyorum sizlere sizin dünyanız nasıl?
-----------
Ölümsüzlük suyunu arayanların serüveni en eski efsanelerde geçer. Hazreti Hızır'ın bu sudan içtiği söylenir. Abı hayat nedir, nerededir...
İnsan her zaman uzun yaşamak, hatta hiç ölmemek ister.Ölümsüzlük suyunu arayan kahramanların serüveni, en eski efsanelerde geçer. Hazreti Hızır'ın bu sudan içtiği söylenir. Abı hayat nedir? Nerededir? Hazret-i Hızır hâlâ hayatta mıdır? Âb-ı Hayat, Farsça hayat suyu demektir. İçenin ölümsüzlük kazanacağına inanılan sudur. Saf ve berrak su için de kullanılır. İnce ve derin mânâlı söz için de kullanılır. Bir şeyin kıymetini ifâde etmek için de kullanılır. Âb-ı Hızır, Âb-ı Zindegânî, Âb-ı Bekâ, Aynü'l-Hayât, Nehrü'l-Hayât da denir. Ölümsüzlük, acaba insana uygun bir vasıf mı? Ölümsüzlük suyundan içen birinin, sevdiklerini hep kaybedince, büyük bir bedbahtlığa düştüğü hikâye edilir.
Suların birleştiği yer
Kur'an-ı Kerîm'de Hazret-i Musa ile Hızır aleyhimesselâm kıssası anlatılırken âb-ı hayata bir ima vardır (Kehf, 60-82). Hazret-i Musa ve genç arkadaşı Yûşâ, çalışarak elde edilemeyen, ancak Allah tarafından ihsan edilen ledünnî ilme sahip Hızır'ı aramak üzere Mecma'ül-Bahreyn'e, yani iki denizin birleştiği yere doğru yola çıkarlar. Yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın canlanıp denize atlaması üzerine buluşma yerine geldiklerini anlarlar. Su, hadis-i şerifte bildirildiğine göre, balığa değip canlandırmıştır. Hazret-i Musa, bu hâdisenin olduğu yerde Hızır ile buluşup fevkalâde şeylere şahit olacağı gezintiye çıkar. Buhârî, “Mecmaü'l-Bahreyn'den maksat hayat pınarıdır” der. Burasının İstanbul olduğunu söyleyen, Boğaz'daki Yuşa Tepesi'ni de delil gösteren rivayetler de vardır.
Bu sudan içen kimsenin uzun yaşayacağı veya ölümsüzlüğü elde edeceğine inanılır. Tefsirlerdeki rivayete göre, İskender-i Zülkarneyn, "Karanlıklar Ülkesi"nde bununan hayat suyunu işitip aramaya karar verir. Hızır diye anılan halazadesi Elyesa'nın refakatinde ordusu ile yola çıkar. Yolda fırtına yüzünden ordudan ayrı düşerler. Karanlıklar ülkesine gelince Zülkarneyn sağa, Hızır sola giderek yollarını tayine çalışırlar. Günlerce yol aldıktan sonra, Hızır ilâhî bir ses duyar ve bir nur görür. Orada âb-ı hayâtı bulur. Bu sudan içer ve yıkanır. Böylece hem sonsuz bir hayata kavuşur ve hem de fevkalâde güçler kazanır. Sonra Zülkarneyn'le karşılaşır. O da, âb-ı hayâtı ararsa da bulamaz ve bir müddet sonra vefat eder. Halk edebiyatındaki İskendernâmeler bu mevzuya dair tafsilatla doludur.
Bir başka efsanede, İskender, âlimlerden âb-ı hayatı öğrenir. Onu aramak üzere ordusuyla yola çıkar. Askerlerini kaybeder. Yalnızca aşçısı kalır. Aşçı elindeki tuzlu balığı yıkamak üzere bir çeşmenin yanına gider; balığı yıkayınca canlanır. Aşçı da vaziyeti anlayıp sudan içer. Başına gelenleri İskender'e anlatır. iskender, tarif edilen çeşmeyi bulamaz. Aşçıya kızıp, öldürmeye çalışır. Öldüremeyince de boynuna taş bağlayıp suya atar. Aşçı bir deniz cinnine dönüşür. Kur'an-ı kerimde Zülkarneyn'in bir sudan geçerken askerlerine “Kim bu sudan içerse benden değildir!” dediği anlatılır. Burada acaba âb-ı hayata işaret mi vardır?
Ölümsüz insan var mı?
Halk arasında Hızır ile İlyas adında iki aziz zâtın, âb-ı hayat içerek ölümsüzlük kazandığına inanılır. İlki karadakilerin, ikincisi denizdekilerin kurtarıcısıdır. Zaman zaman ehil kimselere gözükürler. İnsanlar bu iki zâtı görmeyi büyük bir lutf sayar. Mayıs'ın 6'sında buluşup, mantar közleyip yerler. Bu güne Hızırilyas denir. Bütün bu halk inanışları bir yana, Kur'an-ı kerîm, Hazret-i Peygamber'den önce kimsenin ölümsüz kılınmadığını söyler (Enbiyâ suresi, 34). Hazret-i Peygamber de vefatlarından bir ay evvel, “Şu anda yeryüzünde bulunanların hiçbiri yüz sene sonra hayatta kalmaz” buyurmuştur. Bu sebeple İmam Rabbânî gibi âlimler, Hızır ve İlyas aleyhisselâmın vefat ettiğini; ancak ruhlarının bedene girerek insanlara yardım ettiğini söyler. Hızır'ın hayatta olduğunu söyleyenlerden bazıları, “Hazret-i Peygamber, öyle buyurduğunda, Hızır yeryüzünde değil, su yüzünde idi” der. Muhyiddin Arabî'nin hârikulâde sözleri, hep Hızır'dan öğrendiği söylenir. Tefsirlerde, Hızır ve İlyas, Benî İsrâil'den iki peygamber olsa gerektir, diyor.
Âb-ı hayatın tasavvufî manaları da vardır. Allahü teâlânın Hayy (hayat verme) isminin tecellisine delâlet eder. Hayy isminin sırrına erenler, âb-ı hayât içmiş olurlar. İmam Rabbânî der ki: Evliyânın bâtınları, kalbleri âb-ı hayâttır. Bir katre (bir damla) tadan, ölümsüz hayâtı bulmuş ve sonsuz seâdete, mutluluğa kavuşmuş olur. Mevlânâ, Divan-ı Kebîr'inde üstadı Şems'i âb-ı hayata benzetir. “Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler/Meğer Hızır, İlyas ola âb-ı hayât içmiş gibi” mısraları bu hakikata işaret eder. Son devir âşıkları, “Zemin, ne kadar zulmet (karanlık) içinde oldu!” diye şikâyet etmiş; sonra da “Lâkin âb-ı hayât zulûmâtta (karanlıklarda) bulunur” diye teselli olmuşlardır. Nitekim zahmet etmeden, rahmete kavuşulamaz. Zeyneb Hanım adında bir hanım Osmanlı şairi de der ki: Âb-ı hayât olmayıcak kısmet ey gönül/ Bin yıl gerekse Hızır ile Seyr-i Skender et! [Ey gönül, nasib değilse eğer, kavuşamazsın sen âb-ı hayata/Hızır ile İskender'in dolaştığı yerleri bin yıl dolaşsan da!]
Sümerlerin Gılgamış Destanı, âb-ı hayat üzerinedir. ME 2700'lerde yaşamış Kral Gılgamış, Tufan'dan kurtulan ve hikâyesi Hazret-i Nuh'a benzeyen ölümsüz tek insan Utnapişim'i bulmak için yola düşer. Çok zahmetler çektikten sonra bulur. Utnapişim, uzakta, nehirler ağzında, denizin dibindeki bir bitkinin adını verir. Gılgamış o yeri bulur; buz gibi suya dalar; bitkiyi koparır; ama biltinin güzel kokusunu alan bir yılan otu kapıp kaçar. Gılgamış “Ben onu memleketimin yaşlılarına götürecektim” diyerek ağlar. Memleketine eli boş döner.
Evliya Çelebi'ye bakarsanız, âb-ı hayat Anadolu'dadır. İskender, bu suyu bulduğu yere cennet suyu manasına Çabakçur demiş ve buraya bir kale inşa ettirmiştir. Bir avcı, vurduğu kekliğin bu suya düşünce canlandığını görür; ama sırrı ifşa edince, su bin parçaya bölünür. İşte Bingöl hikâyesi.
1513'te Florida'ya çıkan İspanyol kâşif ve Porto Rico valisi Juan Honce de Leon, yerlilerden işittiği bir efsanenin ardına düşer ve içenlerin gençleştiği Gençlik Çeşmesi'ni bulur. Burası şimdi bir millî park ve kaplıcadır.
Cristopher Nolen’in senaryosunu yazıp, yönettiği İnception (Başlangıç) filminin kahramanlarından Don Cobb (Leonardo Di Caprio) ve Ariadne (Ellen Page) arasında geçen bir replikte Cobb şunları söyler; “-Rüyada gördüklerimiz bize gerçek gibi gelir değil mi? Ancak uyandığımızda bir tuhaflık olduğunu fark ederiz… Sana bir şey soracağım, rüyanın başlangıcını hiç hatırlamayız öyle değil mi? Kendimizi her defasında olup bitenin ortasında buluruz.”
Yani rüyada mı yoksa gerçek hayatta mı olduğumuz, “Buraya nereden geldim?” sorusunun cevabına ilişiktir. Nereden geldiğinin bir cevabı varsa gerçek hayatta yok ise rüyadasınızdır. Çünkü rüyanızda bulunduğunuz zamanın bir öncesi yoktur.
İnsan bir olguyu anlayıp yorumlayabilmesi için bir başlangıca yani bir dayanak noktasına ve bir sona ihtiyaç duyar. Öncesi ve sonrası olmayanın anlamı da yoktur. Bu sebeple rüyaları yorumlamak zorunda kalırız. Yorumlamak, rüyayı anlamlandırmaktır. Öncesi ve sonrası olmayan rüyanın, yaşamın bütünü içinde gerçek olan ile irtibatlar oluşturarak, ayaklarını yere indirerek anlamlandırırız.
Nitekim Kuran-i Kerim’de Yusuf (a.s) gördüğü rüyayı anlayamamış bu sebeple yorumlaması için babası Yakup (a.s)’a sormuştur: “Bir zamanlar Yusuf, babasına (Yakub'a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya'kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Yusuf 12/4-6) Babası peygamberliğinden dolayı sahip olduğu bilgiye ve daha önce çocuklarını üzerindeki elde ettiği izlenimlerinden, kendisinin Allah tarafından peygamber olarak seçileceğini ve üvey kardeşlerinin kendisine karşı kıskanç davrandığını fark ettiğinden, ona zarar verirler endişesiyle rüyasını üvey kardeşlerine anlatmaması konusunda kendisini tembihlemiştir.
Peygambere atfen söylenmiş uzmanlarca mevzu hadis olarak kabul edilen fakat İslam irfan ekolünde özellikle sufilerin çok kullandığı; ”Bütün insanlar (bu âlemde) uykudadırlar, ancak öldüklerinde uyanırlar” sözü de dünya hayatının çok kısa ve sonlu olması sebebiyle bir rüya mesabesinde olduğu, gerçek hayatın ise öldükten sonra ahirette elde edildiği anlamını verirler.
Yine ilginçtir Kurandaki “asr” kelimesi, zaman, asır ya da iki vakit arasında kaldığı için ikindi vakti olarak anlamlandırılıyorsa da Arap muhayyilesinde bu kelime; “iki şey arasında sıkışana” deniyor. Dolayısıyla yaşadığımız bu dünya hayatı, hayatın tamamı değil, iki zaman dilimi arasında sıkışmış bir kesiti göstermektedir. Anne karnına düştüğümüz an ile başlayıp, ölümle biten hayatımızda tıpkı bunun gibi yaşamımızın sadece bir kesitini yansıttığından, gerek dünya hayatını gerekse de kendi hayatımızı “asr” olarak tanımlayabiliriz.
İnsanın temel hedeflerinden biri, belirsizlikten kurtulup konumunu tayin edip varlığı anlamlandırma ihtiyacını gidermektir. İnsan anlamaya çalışan, anlayan ve anlamlandıran bir varlık olması hesabiyle içinde bulunduğu varlık alanını (kainat) ve kendi hayatını da anlayıp, anlamlandırmak zorundadır. Aksi halde kaos içinde, başı boş bir hayat sürüp “mutlak ziyandan” kendini asla kurtaramayacaktır.
Hayat nedir? Anlamı, amacı veya varılması gereken bir hedefi var mıdır? Varlık ve her şeyden önce insan niçin yaratılmıştır? Ölüm nedir, ölümden sonra bir yaşam var mıdır? Ben kimim, ben ve varlık arasındaki ilişki nedir, ben ve Allah arasındaki ilişki nedir vb. soruların cevaplandırılarak kuşkuların giderilerek anlamlandırılması gerekir. Hayatın ve dünyanın anlamlı bir sistem olarak görülebilmesi için hikmete dayanan, bir var edilmeden öncesine ait ve birde hikmete dayanan bir ölümden/kıyametten sonrasına ait doğru bir bilgiye ihtiyaç vardır.
İşte Kuran’daki yüzlerce eskatolojik (dünya hayatı öncesi ve kıyamet sonrası olan uhrevi hayata ait) temalı ayetler bizim bu ciddi sorunumuzu hal edip anlamlı bir hayat kurgulamamıza yardım etmektedir. Evrendeki hayat kurgumuzu ancak verilmiş olan bu vahyi bilgi üzerine kurgularsak, beklenen hedefe ulaşabilir aksi halde “hayvanlardan aşağı bir hayat” sürdükten sonra hüsrana uğrayanlardan oluruz.
Tüm anlatılanlardan sonra, “yaşadığımız bu hayat bir rüya mı yoksa gerçek mi olduğuna dair soru” hala aşılmak için önümüzde duruyor. Ne demiştik; “bulunduğumuz yere nereden geldiğimizi cevaplayamıyorsak rüyadayızdır yok içinde bulunduğumuz anın öncesine ait bilgimiz varsa bir gerçeklik içindeyizdir.
Bir cevabınız var mı bilmiyorum ama şimdi soruyorum; “Sahi dünyaya nereden geldiniz?”
---------------
Hayat Nedir Bilir misin?
Önceden bi’ bisikletim yoktu. Pek iyi sürmezdim. Yıllardır kömürlükte değildi, bi’ çıkarmayayım dedim. Nasılsa pas, küf tutmamıştır, aksamları birbirine kaynamamıştır. Olmayan tekerlekler de inecek değil ya. Hala bir bisikletim yok, ve o bisikletin tekerlekleri inik değil, pas, küf tutmamış, hayat ne güzel.
Yine yeniden uyanmış, yine akşamdan baş ucuma hazır ettiğim sigarayı sarmış ve bir ritüel halini almış şekilde “fell on black days”le güne başlamıştım. Öyle saçma salak nette dolaşırken, göztepenin efsane kadrosuna denk gelmiştim bir yerde. Okuyunca içim acımıştı. Neden biliyor musun? şamşeytanı ertan… Soyadı da malum. Hani yine “çok alaksız bir filmde ismin geçince, yanımda da annem babam olmasa ağlardım” edebiyatı.
Bir sigara daha sardım, biraz insanlara söveyim diye dışarı çıkmıştım. Parkta otururken bir amca gelmişti. Hiçbir şey demeden yanımdaki kola şişesini alıp, fazladan bardağa kendine doldurmuştu. “Amına koduğumun karısı” demişti “evden attı yine, hiçbir boku da doğru yapamaz ki zaten.” Ben güldüm, adam sinirliydi ama ben güldüm. Sonra “hayatın amacını bilir misin lan?” diye sordu. “Yok dayı” dedim. “İyi, ben de bilmiyorum” dedi, bardakla beraber yürümeye koyuldu. O günden sonra ben de aramayı bıraktım.
O gün o masada bıraktığım şey sadece o değilmiş meğer. Hayatı hazır bir paket halinde beklemeye koyulmuştum sadece oysa. Bir gün aklım çalmadı, heralde adresi yanlış verdim dedim, şubeye indim. Hemen o yokuştan kendini salınca boğazı geçip solunda kalıyor, yakındı yani. “Paket vardı” dedim, “İsim?” diye sordular. “Benim mi?” “Hayır gönderenin.” “Bilmiyorum ki.” “Durun biz size okuyalım, tanıdık gelirse artık, ….” “Ha evet, o evet” “Tamam o zaman gidebilirsiniz” “Ama paket?” “Üzgüniz siz bekliyordunuz biz de getirdik ama veremeyiz” “peki o zaman” dedim. Çok boynu bükük gitmiş olacağım ki tekrar aradılar. “Şey pakedi veremeyiz ama içinde ne var öğrenebilirsiniz” dediler. “İyiymiş” dedim, tamam en azından amacını, anlamını bulamasam da hayatın ne olduğunu öğrenecektim. Gittim, pakedi beraber açtık, o an açığa güneş çıktı, akabinde mavi bir gökyüzü… Sonra mehmet abiyi dinlerken, ntvspor altyazı geçti. Denizler, okyanuslar belirmiş dünyanın dört bir tarafında, tükiye’nin üç.
"Sizi şanslı piçler, bakın nelere sahip oldunuz" diye düşündüm. Onlar neden, sebeb bilmezdi, o amca gibi anlamını da hiç bulamayacaklardı, sırf bu bilinmezlik yüzünden tanrı diyeceklerdi gökyüzüne bakıp. Ben gerçeğin ta kendinisini biliyordum, bazı bazı keşke öğrenmeseydim diyorum, tanrı dediğim nefes almamı sağlayan tarafından dışlanmışlık az acıtmıyor hani.
Yine parkta otururken o amca geldi, bu sefer kolaya dokunmamıştı. “Hayatın anlamını öğrendin mi lan amsalak?” diye sordu bu sefer. “Evet” dedim. “Ben de öğrendim lan, hipodruma gidiyorum şimdi o yüzden.” “İyi şeytanın bol olsun” dedim, birkaç adım attı, geri geldi şişeyi eline aldı, “hadi sen de git” dedi, ben de yürümeye başladım.
Sonra bir yokuş çıktım kan ter içinde, sonsuz bir bayırdan aşağı saldım kendimi, ön frenlerimi sıkamadım, olmayan bisikletim altımda değilmiş meğer. Yine de tepe taklak düştüm, yuvarlandım yuvarlandım… O hengamede, kafamı bir düzlüğe çıkarmayı başardım kısa bir süreliğine, yine de dönmekteydi feci şekilde kendisi, dudaklarım uyuşmuş, kelimeler birbine zor bağlanır şekilde konuştum kendime,“diyelim ki onun gözlerine perde indi” dedim, “diyelim ki sen de bakmaz oldun boy aynalarına. Be amına koduğum, aklına bir duvar örebilecek miydin, her zerresinde o varken bunu yapmanın nasıl bir paradoks yaratabileceğini bilmiyor musun? Biliyorsun biliyorsun, hayat bu işte, hayat o, n’aparsın”
Kendime karşı çok saygısızmışım, bunu farkettim o an. Ampır ampır konuşmakta bir bahis görmüyorum kendime karşı. Belki de anlayacağım dil bu. Yine de beni insan yerine koyup karşına alıp bir konuşsaydın, “lütfen şu huyunu bırak, kimseye haddinden fazla değer verme” derdim. Bir de fırsat bu fırsat diye düşünüp devam ederdim. “Hiçbir şeyi gerçekmiş gibi hissetmiyorum. Bir tek içimi acıtıyorsun. O da artık, güneşin doğması gibi.